“Dünya bir yüzük gibidir; ortası Edirne.” Klasik tanımıyla Türkiye’nin, Avrupa’ya açılan kapısı Edirne hakkında 15. yüzyıl tarihli Saltukname’de böyle yazıyor. Bu tanımlama çok da abartılı sayılmaz. 17. yüzyılda İstanbul, Londra, Paris ve Roma’dan sonra Avrupa’nın en büyük beşinci şehrinden söz ediyoruz. İstanbul’a 3 saatlik mesafede olan Edirne için biz de bir tanımla yapsak açık hava müzesi bir kent diyebiliriz. Camileri, külliyeleri, çarşıları, kervansarayları, köprüleri, sinagogları, kiliseleri ile Osmanlı İmparatorluğu’na 88 yıl başkentlik yapmış bir kent söz konusu; gerçek bir açık hava müzesi.
Bir kenti elbette okuyarak tanımak mümkün ancak görmek bambaşka hisler uyandırıyor. ATURJET-FIJET Türkiye (Türkiye Turizm Yazarları ve Gazetecileri Derneği) Yönetim Kurulu Üyesi, duayen turizmci Hüseyin Kurtoğulları ve ATURJET-FIJET Türkiye Başkanı Delal Atamdede öncülüğü ile Edirne’ye gerçekleştirilen gezide, Edirne’nin bilinen çok ötesindeki özelliklerini keşfetmek çok farklı bir deneyimdi. Eğer Edirne’yi halen görmediyseniz “2022 Edirne Yılı”nda bir fırsat yaratarak Edirne’yi keşfedin. Bu yazıda; okuyarak, dinleyerek bildiğimiz Edirne’nin bilinmeyen noktalarını ve ipuçlarını sizlerle paylaşıyor. İl Kültür ve Turizm Müdürü Kemal Soykan’ın, Edirne için çok büyük bir şans olduğunu vurgulamadan geçmek olmaz. Genç, dinamik Soykan; bilgisi, hitabeti ve sempatikliğiyle alışık olmadığımız bir bürokrat. Gelecek yıllarda adını daha fazla duyacağımız kesin…
Şimdi rahatça oturun ve gezinize başlayın. Önce bu şehrin önemli isimlerinden başlayalım. Fatih Sultan Mehmed’in (29 Mart 1432), Sultan Çelebi Mehmed (I.Mehmed), Yıldırım Bayezid (I.Yıldırım), Şeyh Bedreddin’in doğduğu bir şehir burası. İstanbul’un fethi hazırlıkları ve planları da Edirne sarayında yapılmış, Kanuni Sultan Süleyman pek çok sefere Edirne’den çıkmış. Şevket Süreyya Aydemir ve ünlü heykeltıraşımız İlhan Koman’ın da Edirne doğumlu olduklarını not olarak verelim.
“Selimiye’nin yapısı, Üç Şerefeli’nin kapısı ve Ulu (Eski) Camii’nin yazısı”
Mimar Sinan’ın ustalık eserim dediği Selimiye Camii Külliyesi şehrin en bilinen eseri ve dünya mimarlık tarihinin başyapıtlarından biri. Camii, Unesco Dünya Miras Komitesi tarafından 2011 yılında Dünya Mirası Listesi’ne kaydolmuş. Önünde Mimar Sinan’ın heykeliyle camiyi bulmamanız mümkün değil. Ancak şehirde Selimiye’den çok daha önce yapılmış Eski Camii’den söz etmemek olmaz. Ulu Camii ya da Eski Camii Osmanlı döneminden, kentin günümüze ulaşan en eski ikinci anıtsal yapısı. İlki Yıldırım mahallesinde yer alan eski bir Bizans kilisesi yerine kurulan Yıldırım Beyazıt Cami. Eski Cami duvarlarındaki devasa yazılarıyla insanı çok etkiliyor. Zaten halk arasında da “Selimiye’nin yapısı, Üç Şerefeli’nin kapısı ve Ulu (Eski) Camii’nin yazısı” dendiği yazıyor Eski Cami’nin girişinde. Devasa yazılar 18. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar farklı zaman dilimlerinde yazılmış. Yazı stiliyle Edirne’deki camiler arasında en meşhur olanı. Koca Sinan’ın bu şehirdeki Selimiye dışındaki eserleri de bir not olarak aklımızda bulunsun: Sokollu Külliyesi, Tahtakale ve Mezitbey hamamları, Rüstem Paşa Kervansarayı, Taşhan, Ali Paşa Çarşısı, Yalnızgöz ve Kanuni köprüleri.
Hemen karşısındaki ve Edirne’ye damgasını vuran anıtsal eserlerden bir diğeri de 2. Murat tarafından yaptırılmış Üç Şerefeli Camii… Camiye adını veren 203 basamaklı 67 metre yüksekliğindeki üç şerefeli asıl minarenin her şerefesine ayrı yollardan çıkılıyor; cami dört minareli. Üç Şerefeli Cami ve Külliyesi’nin bir parçası olan müzeyi sakın es geçmeyin: Burası Fatih Sultan Mehmet Müzesi. Üç Şerefeli Camii ve Külliyesi’nin parçası müze mekanı Saatli Medrese, 2. Murad tarafından yapılmış ve inşası da Fatih Sultan Mehmet’in çocukluk ve ilk gençlik yıllarına tesadüf etmiş. Dolayısıyla Fatih’in şehzadeliğinde burada ders gördüğü rivayet ediliyor. Müze, klasik müzecilik anlayışını teknolojiyle de birleştirmiş. Medrese hücrelerin her bir duvarında Fatih Sultan Mehmet’in hayatından kesitler sahneleniyor. Bu duvarları bir kitap gibi düşünün ve kah wall print teknolojisiyle kah resimler ve infografik haritalar ve metinlerle sayfalarını çevirin…. Özel tasarlanan figürlerin yer aldığı dioramalar, hareketlendirilmiş minyatürler, sarkıtılmış metal kürelerden tasarlanan Fatih enstalasyonu da sayfalar arasında yer alıyor. Doğduğu şehrin bir armağanı bu müze Fatih’e….
Süpürge çalısından ekmek
Edirne’de asla gezmeden dönmeyeceğiniz bir tabya, bir müze var: Hıdırlık Tabya Balkan Tarihi Müzesi. 1912-1913 Balkan Savaşlarındaki Edirne savunmasının simge mekânı kabul edilen Hıdırlık Tabya’nın Balkan Savaşları’nın 100. yılı anısına aslına uygun restorasyonu 2015 tarihinde bitirilmiş ve 2021’nin son günlerinde de Balkan Tarih Müzesi olarak ziyaretçilerine kapılarını açmış. Burası, Balkan Savaşları sırasında şehri destansı bir kahramanlıkla savunan Şükrü Paşa’nın karargahı. Osmanlı İmparatorluğu’nun adeta kaderine terk ettiği bir şehri, Bulgarlara karşı kahramanca savunan Şükrü Paşa’ya hayranlık duyacaksınız. Müzede, Bulgar saldırısına karşı aç kalmamak için süpürge çalılarıyla nasıl ekmek yapıldığını, Şehadet Şerbeti içmek deyiminin nereden geldiğini, savaşta Kızılay'ın müdahale anının silikon heykellerle canlandırılışını, yine silikon heykellerle askerlerin tabyadaki savunmalarını görecek ve öğreneceksiniz. Müze, sunduğu ses altyapısıyla ziyaretçilerini o döneme götürüyor, koridorlardan geçerken çatışma, taarruz sesleri işitiliyor. O döneme ait eşyaların sergilendiği müzede dehliz ve topçu odalarında da dönem yansıtılıyor. Ta başından Osmanlı İmparatorluğu döneminden başlayarak Balkanları, Balkan savaşlarını ve Balkan politikasını öğrenmek istiyorsanız müzede arkeolog olarak görev yapan Umut Doğan’ın anlatımıyla gezin Hıdırlık Tabyası’nı. Son not: Bu karargâh binasında, 18 adet topçu odası, 120 metrelik tünel ve 4 adet dehliz odası bulunuyor.
Cerrahe Küpeli Saliha Hatun
Edirne’ye hiç gitmediyseniz bile Sağlık Müzesi’nden söz edildiğini duymuşsunuzdur. Trakya Üniversitesi Sultan II.Bayezid Külliyesi Sağlık Müzesi, son yıllarda ülkemizin en çok ilgi çeken müzelerinden biri haline geldi. Sultan II. Bayezid Külliyesi; döneminin en önemli, sağlık, sosyal, eğitim ve dini kurumlarından biridir. Külliye; hastane, tıp medresesi, cami, misafirhane, imaret, hamam ve köprü gibi çok sayıda birimden oluşuyor. Darüşşifa yapısı tüm hastalıkların yanı sıra özellikle ruh ve sinir hastalarının müzik, su sesi ve güzel kokularla tedavi edildiği şifahane.
Sağlık Müzesi aynı zamanda pek çok ödülün de sahibi. Sağlık Müzesi 2004 yılında Avrupa Konseyi Yılın Müzesi Ödülü’nü kazanmış. Sağlık Müzesi’nin içinde bulunan Sultan 2. Bayezid Darüşşifası ise sahip olduğu evrensel değerleri ile UNESCO tarafından 2016 yılında Dünya Mirası geçici Listesine kaydedilmiş. Edirne Darüşşifası, kuruluşunda çok yönlü bir hastaneymiş. Uzun yıllar dertlilere deva olan bu şifa yurdu, daha sonraki yıllarda, sadece akıl ve ruh hastalarının tedavi edildiği bir merkeze dönüşmüş. Bu hastanenin en büyük özelliği tedavide dönemin hekimlik bilgilerinin yanında musiki, su sesi ve güzel kokuların kullanılmış olması. On kişiden oluşan hanende ve sazende topluluğu, haftanın üç günü müzik sahnesinde yerini alır, her hastalığa göre farklı makam çalıp söylerlermiş. Örneğin, havale ve felç rahatsızlıklarında Rast, sinirli kişilere Irak, baş ağrısı için Rehavi, kalp hastalıkları için Zengule, zihni açıp zekâyı arttırmak için ise İsfahan makamı çalınırmış. Darüşşifa’dan içeri girdiğinizde ortadaki şadırvandan gelen su ve uzaktan yankılanan müzik sesinin gerçekten rahatlatıcı olduğunu hemen hissediyorsunuz. Darüşşifa’nın her odasında konu mankenleri ve ses düzeni ile ele alınan konu gerçek mekanında veriliyor. Örneğin bir odada o dönemde erkek göğüs küçültme (jinekomasti) ameliyatı yapıldığını görüyorsunuz diğer bir bölümde ise Cerrahe Küpeli Saliha Hatun’u fıtık ameliyatı yaparken görüyorsunuz. İlginç bir ayrıntı daha. O dönemde akıl hastalarının Darüşşifa’nın dış duvarlarına çizdikleri resimler günümüze kadar gelmiş. Hastaların yüzlerce yıl önce çizdiği gemi, geyik ve tavus kuşu çizimleri hala duvarlarda görülebilir.
Sultan 2. Bayezid Külliyesi içinde yer alan İmareti de gezmeden dönmeyin. Yine silikon heykellerle imaretin çalışma şeklini, çeşnigirden balıkçıya kadar imarete hizmet eden esnafı, çorba, imaret ekmeği, pilav, aşure ve zerden gibi yemeklerden oluşan imaret sofrası örneği ve tabii imaretin ne demek olduğunu öğreniyorsunuz.
Tarihi istasyon Edirne
Edirne’de, Karaağaç’a gitmeden olmaz. Ağaçlar ve lavanta tarlaları içindeki Karaağaç Yolu (Lozan Caddesi)’nden ilerleyerek Karaağaç’a ulaşılıyor Tunca ve Meriç Köprülerini geçerek. Ne yazık ki Tunca ve Meriç’in kurumaya yüz tutması üzücü bir haber. Trakya Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi olduğu için öğrencileri ve kafeleri bol, ağaçlar arasında bir semt Karaağaç. Fakülte, tarihi tren garı binasında bulunuyor ve garın içinde Prof. Dr. Tamer Başoğlu tarafından yapılan Lozan Anıtı da yer alıyor. Anıt 1998 yılında açılmış. Edirne tarihi tren garının içinde yazımızın başında da belirttiğimiz üzere bu şehir doğumlu ünlü heykeltıraşımız İlhan Koman ve Lozan müzeleri de bulunuyor. İki müze de aslında çok ilgi çekici olabilecekken diğer müzeler kadar öne çıkamıyor ne yazık ki. Oysa İlhan Koman’a ithaf edilen müzede, sanatçıya ait bir eser görmek çok hoş olurdu. Lozan Müzesi ise belki de ülkemizdeki bu önemli konferansa ait tek müze. İçinde daha önce en azından bizim görmediğimiz fotoğraflar ve konferansın öncesiyle sonrasını anlatan bilgiler özellikle gençlere çok fayda sağlıyor. Es geçmemenizi öneririz. Bu gezide öğrendiğimiz bir bilgiyi de paylaşalım. Çok yakın zamanda hızlı trenle İstanbul-Edirne arası 45 dakika olacakmış.
Edirne bağları, tatları
Edirne’nin belki de hiç bilinmeyen bir yönüne değinerek yazıyı noktalayalım. Arda Bağ Evi ve Arda Bağcılık. Bağların içinde yer alan Arda Bağ Evi ve Bağcılık bağların içinde nefis şaraplar ve şaraba uygun lezzetler tadabileceğiniz bir ortam sunuyor. Trakya’nın Papaz Karası üzümlerinden yapılan şarapları meraklılarını mutlu ediyor.
Konu lezzetten açılmışken The Plaza Hotel’in şefi Gökhan Çekver’in otelin restoranı La strada’da sunduğu lezzetleri mutlaka tadın. Eğer kuzu mevsimi giderseniz kuzu tandırı mutlaka deneyin, asla pişman olmazsınız…Tabii Edirne’de mutlaka tatmanız gereken ciğer ve köfteyi de unutmayın. Ciğer yemeyeni bile gerçekten yedirten tatta ciğeri. Nedeni de Trakya’nın bereketli toprakları. Çünkü Trakya ve aslında tüm Marmara Bölgesi’nin koyunları, kuzuları dünyanın en iyileri arasında gösteriliyor. HABER: AYŞE DURAL