Anasayfa
17 Ocak 2022 - 23:07
SANATLA İÇ İÇE GEÇEN BİR ÖMÜR
GALERİ BARAZ’IN KURUCUSU YAHŞİ BARAZ: ‘Kendimi kuyuya atılan ufak bir taş gibi boşlukta hissediyorum’ Gençlik yıllarında galericiliğe daha sıkı sarılmak için ilk göz ağrısı olan seramik atölyesini bir gecede parçalayan Yahşi Baraz, son dönemde arkadaşının seramik atölyesinde yeniden seramik hamurunu eline aldığını söylüyor.

Röportaj: Sema Kahraman Vurucu

Doğduğu apartmanı dünyaca ünlü bir sanat galerisine dönüştüren bir isim o. 70’lerini çoktan geçmiş bir delikanlı. Hala gözleri parlıyor yaptığı işten bahsederken.  Ardında bıraktığı yılları bir çırpıda o kadar güzel anlatıyor ki, konuşmanın akışına kapılıp arada soru sormayı unutabiliyorsunuz. Kimden mi bahsediyorum, sanatın içine doğmasa da yaşamının uzanabildiği her alanını sanata dönüştürmeyi başaran Galeri Baraz’ın kurucusu Yahşi Baraz’dan… Kendisiyle uzun yıllardır komşuyuz aslında, Kentim Şişli Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Saime Oğuzhan ile birlikte Kurtuluş caddesi 141 numaradaki tarihi Baraz Apartmanı’nın merdivenlerinden söyleşi yapmak için çıkarken komşuya kahve içmeye gidiyormuş hissine kapılıyorum. Gülümseyerek kapıda karşılıyor bizi.

Söyleşiye evime gitmek için her gün önünden geçtiğim, mimarisiyle hayranlık uyandıran Baraz apartmanıyla başlıyoruz. Yahşi Baraz, bu apartmanın en üst katında doğduğunu anlatıyor:

“Biz eski Fatihliyiz aslında. O zamanlar bu bölgelerde ağırlıklı olarak Rumlar ve Ermeniler otururmuş. Dedem de buralar medeni diye bu oturduğumuz binayı satın almış. Benim bütün çocukluğum burada geçti. 1944 doğumluyum. Bizimkilerin bu apartmanı alma yılı ise 1924. Dedemde 2500 lira mı böyle bir ikili laf konuşulurdu, açık artırmayla devletten alıyor, kaç sene taksit ödemiş, öyle nakit para yok o yıllarda. Çok nezih ve medeni bir bölgeydi burası, benim küçüklüğümde. O nezaketin, medeniyetin sebebi de çok uluslu bir bölge olmasıydı.”

‘ŞİMDİ HER ŞEY ÇOK FARKLI BURADA’

Hayata gözlerini açtığı Kurtuluş semtinin bugününe dair düşünceleri ise daha karamsar.  “Şimdi her şey çok farklı burada” cümleleri dökülüyor dilinden:

Karşı taraflar arka sokaklar tamamen boştu. Futbol sahası gibi futbol oynardık. Gazinolar vardı, küçükken annem, ninem beni götürürlerdi çay içerdik. Çok sade bir hayat vardı. 1970’lerin ortalarından itibaren iç göç başladı. Bugün tamamen karışmış durumda. Asyalılar, Afrikalılar, Suriyeliler var. Kurtuluş gerekli gelişmeyi gösterememiş bir muhit maalesef. Müthiş bir caddesi var. Nişantaşı gibi yüksek bir değere kavuşabilecek potansiyeli vardı. 1980’li yıllarda Rumlar buradan gitti ve giderken evlerini çok ucuz fiyatlara sattılar. Bazı tanıdıklarım var, Nişantaşı’nda, Bebek’te oturan.  ‘Biz eski Kurtuluşluyuz’ diyorlar. Biraz zenginleşen buradan kaçtı kısacası. Ben bütün dünyayı gezmiş bir insanım ama mutlu olduğum, evimde hissettiğim yer burası.”

Çocukluğunda önemli yer tutan semtlerden birinin de yaz aylarını geçirdiği Tarabya olduğunu söylüyor:

Yaz gelince denkleri hazırlar kamyonla Tarabya’ya taşınırdık. İstanbul’un en medeni yeri orasıydı. Çünkü Tarabya’da konsolosluklar vardı, yabancılar otururdu. Rumlar Ermeniler, İngilizler, İtalyanlar, Fransızlar otururdu. Herkes mayoyla dolaşırdı. 55-60 yılları, o zamanlar mutaassıp değildi, şimdi tutucu oldu. Sporcuydum yüzme ve kürek yapardım. O zamanlar boğazdan tanker geçmezdi fazla, turizm zaten yoktu. Endüstrileşme falan yoktu. Boğazı geçerdik, yüzerek. ”

Sanata ilgisinin tohumları da Tarabya’da birlikte boğazı yüzerek geçtiği Ressam Salih Acar sayesinde atılmış. O günleri şöyle anlatıyor:

Ressam Salih Acar, yazları Tarabya’ya gelirdi. Tanıştık, dostluğumuz oldu. Bu sayede 15 yaşında falan sanata ilgim başladı.  Çok iyi yüzücüydü beraber boğazı geçerdik. Sergi açardı kış aylarında, ben de ona yardım ederdim, resimlerini taşırdık duvara asardık ve bu ilgi böyle devam etti.”

Sanata ilgisi artarak devam ederken, İstanbul Üniversitesi Arkeoloji Bölümü’nü kazanmış, ancak fakültenin soğuk binalarına hiç ısınamayınca, “Burada olmaz” deyip, Akademi’ye girmiş.  Hem de birincilikle. Akademi yıllarında hocası Sabri Berkel’in yönlendirmesiyle sanata daha çok bağlandığını dile getiriyor.  Öğrencilik döneminde her yaz İsveç, Danimarka, İngiltere, Almanya, İtalya gibi ülkelere seyahat ettiğini, bu seyahatlerin kendisine çok şey kazandırdığını anlatıyor:

“Bu ülkelerde öğrenciye hemen iş veriyorlardı.  Bulaşık, yerleri silme gibi işlerde çalıştım. Hem de müze ve galerileri gezdim.” 

Yahşi Baraz, akademiden mezun olduktan sonra seramik sanatçısı olma yolunda ilk adımı atarak, 1971’de Baraz Apartmanı’nın alt katında bir seramik atölyesi açmış. Üç yıl sonra 1974 yılında New York’a gitmiş.

“GALERİCİLİĞE İLK ADIM”

Kendisini galericilik mesleğine yöneltecek bir yolculuğa çıktığının farkında olmadan New York macerasına atılan Baraz, ilk günlerde bir seramik atölyesinde işe başlamış. Ancak bu işin uzun sürmediğini, 5 dolarla ortada kaldığını ifade ediyor:

74’te New York’a gittim. Gittiğimde seramik atölyesinde iş buldum. Haftada 250 dolar alıyordum. Üretim yapıyordum. Fotoğraflarım var o yıllardan. İki ay falan çalıştım. Bir sabah ‘Biz burayı kapatıyoruz, başka bir eyalete gideceğiz. Sen de eşyalarını topla.’ dediler. Beş dolarla açıkta kaldım. Amerika çok acımasız bir toplumdur, bir dakikada sizi harcar sokağa atar. Ufak bir çantam vardı aldım eve geldim. Marline diye bir kız arkadaşım vardı. ‘Niye üzülüyorsun ben sana iş bulayım’ dedi. Ertesi gün bir galerici arkadaşınızın galerisine götürdü. Hemen o gün işe başladım.”

Ne yapacağını bilmeden girdiği galeri dünyası, tam anlamıyla gözlerini boyamış.  O günlerde yaşadığı duyguları şöyle aktarıyor:

Soho’da Unicorn isimli bir galeriydi. Ne yapacağımı da bilmiyorum galeride. Bir şeyden anladığım yok. 4-5 sene Avrupa’da kalmışız, mesleki bilgim var, tahsilim var.  Bir başladım müthiş bir meslek. insanlar gelip satın alıyorlar,  duvarlara resimleri asıyoruz, ambalaj yapıyoruz, teslim ediyoruz, o zamanlar Andy Warhollar var, gelip gidiyorlar galeriye, çok zevkli bir meslek. Çok hoşuma gitti. 5-6 ay kadar çalıştım. Güzel hanımlar geliyor limuzin arabalar Müthiş bir zenginlik seramiği unuttuk. Dedim ki ben bu mesleği Türkiye’de yapayım.” 

Türkiye’ye gitme kararına, “Nasıl olur, daha başka şube açacağız, çok işimiz var” diyerek karşı çıkmışlar ancak kararından vazgeçmemiş. Her şeyi geride bırakıp İstanbul’a dönmüş.

 “KİMSENİN BİLMEDİĞİ BİR ADRESTİ”

Galeri açma fikrine babası da arkadaşları da sıcak bakmamışlar: 

“Buraya geldim galeriyi açtım. Sene 1975. Böyle açtık ve devam ettik. Kurtuluş sapa bir yer. Kimsenin bilmediği bir adres.  Arkadaşım sen bir iş yap para kazan. Gerekirse resim de alırsın’ diyor. Sanatçılar kaprisli. Benim şansım o yılların en meşhur ressamları ile çalıştım. Onların hiçbir galerisi yoktu, yaşları 60-70’ti. Ben 30 yaşındayım o zaman. Burhan Doğançay, Nurullah Berk, Adnan Çoker, Nuri İyem, Edip Hakkı Köseoğlu, Güngör Taner, Erol Akyavaş, Neşet Günal… Bugün 200-300 bini küçümseyen ressamlar, o zaman 2000-3000 TL. Sergi açarak onları tanıttık. Broşürler hazırladık.  Çok resimlerini sattım.”

“SERAMİK ATÖLYEMİ PARÇALADIM”

Yahşi Baraz, galeriyle birlikte bir taraftan da seramik atölyesini devam ettirmiş. Ancak bu atölyenin ömrü uzun sürmemiş. Galeri Baraz’ı açtıktan bir yıl sonra büyük paralar harcayarak kurduğu bu atölyeyi bir gecede parçaladığını söylüyor:

“Bu böyle olmaz. Ben artık sadece resim, heykel alım satımına konsantre olmalıyım’ diyerek bir kamyon tuttum. Sabaha kadar tüm seramiklerimi kırıp hamallara taşıtarak çöpe attırdım! Bina boşalınca çok ferahladım. Hiç de üzülmedim.”

Galeri Baraz sayesinde bir koleksiyoncu bilinci oluşturduklarını dile getirirken,  o yılların ilk resim alan isimlerini Ali Koçman, Mustafa Taviloğlu, Barbaros Çağa, Halil Bezmen, Suna Kıraç, Erol Aksoy olarak sıralıyor.

Seramik tasarımından galericiliğe geçişiniz sanatçı olarak üretim sürecinden kendinizi çektiğiniz sadece başkalarının eserlerini resimlerini sattığınız bir iş olarak da algılanabilir. Bunca yıl hangi motivasyon sizi bu işte var etti. Çünkü bir sanatçı dokusu da var.” diye soruyorum.

Yahşi Baraz, Galeri Baraz’ı 46 yıldır nasıl ayakta tuttuğunun sırrını verircesine şu sözleri dile getiriyor:

Benim sanat eğitimi yapmış olmam çok önemli bir şey. Çünkü olaya hâkim olabiliyorsunuz sanatçının iç dünyasına girip psikolojini anlıyorsunuz. Ağzını açar açmaz onun ne yapmak istediğini anlıyorsunuz. Bir iş adamı bunu anlayamaz. Aynı zamanda da çok iyi ticari ilişkilerim oldu.  Türkiye’nin en zengin adamları ile iş yaptık hepsi ya TÜSİAD başkanıydı ya çok mühim iş adamlarıydı. Öyle düşünmek lazım, aileden gelen de bir özgüven olduğu için beni parasıyla ezemez. Onun dünyasına da girebilmeniz empati yapmanız lazım. Hem iş adamı hem sanatçı dünyası ile iyi bir diyalog kurmaya çalıştım.  Her iki tarafı kollayarak kimseyi ikinci plana itmeyerek, o dengeyi kurmaya çalıştık. Benden sonra çok başarılı gençler geldi, ben örnek oldum onlar için. Bazıları bu işin çok paralı bir iş olduğunu hissederek yahut öyle düşünerek bu işi çok büyük yatırım gibi düşünenler de oldu. Fakat sanatta böyle bir şey yoktur. Alırsınız şansınız varsa o sanatçı da iyiye giderse 10 misli artar. Veya tam tersi de olabilir bırakabilir.  adam alkolik olur uyuşturucu kullanır sanatı da bırakabilir. Böyle şeyler var tabi sanat tarihinde.”

“30-40 SENE SONRA SERAMİK YAPTIM”

“Galericiliğe devam ederken, bir taraftan sanatsal üretimlere de devam edebilirdim diye hiç düşündünüz mü?” sorusuna, “Onu hiç düşünmedim” yanıtını verse de, “çok güzel sual” diyerek,

30-40 seneden sonra seramik yapmaya başladığını vurguluyor:

“Çok güzel bir sual. Son bir senedir falan zaman zaman düşünüyorum. Hatta benim bir hanım arkadaşım var. Amerikan Hastanesinde Kulak Burun Boğaz doktoru Hilal Bankeroğlu. Ihlamurda bir seramik atölyesi açtı. Oraya birkaç defa gittim, seramik yaptım. Hoşuma da gitti 30-40 sene sonra. Hatta geçen akşam Komet’in sergisinde karşılaştık, ‘geleceğim’ dedim. Böyle haftada bir gidip bir şeyler yapmak istiyorum. Çünkü çok büyük bir terapi aslında. Bizim meslek çok zordur. Eğer çok duyarlıysanız, böyle duygusal tarafınız kuvvetliyse, çok alıngan bir kişiliğiniz varsa burada bunalıma girersiniz. Çünkü korkunç bir toplumsal baskı altındasınız hem ressamlar sizin aleyhinizde konuşur hem iş adamları.  En iyisini de yapsanız. Biz tabi onlara bakmıyoruz. Hem duyarlı olacaksınız hem biraz sert bir mizacınız da olması lazım, dirençli olacaksınız.”

“Sanata dokunma süreciniz biraz daha genişler mi?” diyorum Baraz, şöyle devam ediyor:

“Pek sanmıyorum hobi, düzeyinde kalır. Çok güzel bir şey o günleri hatırlayarak bir şeyler üretmeye çalışıyoruz. Yaratma duygusu çok mühim bir şey, yoktan bir çamuru alıp bir heykel bir form yapıyorsunuz onu toplum beğeniyor satın alıyor. ‘Seramik sergisi açalım’ diyen çok kişi var ama biraz da zamanımız azaldı. 77 yaşındayım. Bundan sonra fazla bir şey olmaz. Ama her günü de değerlendirmemiz lazım artık.”

 “BEN ÖLDÜĞÜM ZAMAN BU İŞ KAPANIR"

“Galeri Baraz’ı kime emanet edeceksiniz? sorusuna, O benim büyük problemimyanıtını veriyor: 

Hiç kimseye itimat etmediğimiz için ben öldüğüm zaman bu iş kapanır biter. Bu benim hobimdi aynı zamanda. Zaten hobi gözüyle bakmazsanız bu mesleği yapamazsınız. Sadece para kazanmak için yapılacak bir iş değil. Sanatçı taramak, koleksiyoncuyla tartışmak, sanat eseri görmek ben bunun içinde yaşadığım için herhalde ölünceye kadar gideriz.”

‘MÜZEYE DÖNÜŞMESİ MÜMKÜN MÜ?”

Ara Güler örneğini hatırlatarak,Müzeye dönüşmesi mümkün mü? diye soruyorum, sözlerini şöyle tamamlıyor:

Müzeye dönüşmesi çok zor. Çünkü müze kurmak çok zor bir şey. Gelir kaynağınızın olması lazım. Bir vakıf kurulabilir o vakfın geliri olması lazım yoksa ben vakıf kurdum diyemezsiniz. Ayrı bir binası olacak, yıllık bilmem kaç milyon geliriniz olacak. Biz çok özveriyle çalışıyoruz. Ben de mesela bir sürü arkadaşa maaş ödüyoruz. Cebimizdeki en son paraya kadar ödeye ödeye gidiyoruz. Hep o şekilde oldu. Artıya geçmek çok zordur bizim meslekte yahut ta işte enternasyonal resime girersiniz. Öyle bir ortam oluşur Türkiye’de, 1 milyon dolara 500 milyon dolara resim satmaya başlanırsa onun karı daha yüksek oluyor o zaman müze kurulabilir.  Üç sene iyi gider dördüncü sene batabilir öyle bir ekonomi. Türkiye’de kışın çok iyi oluyor satışlar, altı ay hiçbir şey satamıyoruz yazın herkes seyahate gidiyor böyle bir boşlukta hissediyorsunuz. Ben de bugün öyle hissediyorum kendimi. Kuyuya atılmış ufak bir taş gibi. Çok dramatik bir laftır ama öyle hissediyorum. Toplum sahip çıkmadı, hiç kimse sahip çıkmadı. Yaptığımızla kaldık ama internette falan ‘Efendim çok iyi şeyler yaptınız’ diye yazılar çıkıyor, ama karın doyuran şeyler değil. Batıda 40-50 sene galeri açmış adamlar milyoner hayatı yaşıyor.  Ben bunu yine büyük bir mucize olarak değerlendiriyorum. Nasıl yaptım ben de şaşırıyorum. Lüks hayatım olmadığı için ayakta tutabildim.

Belki bir mucize olur mu, şu olabilir der ki bir holding iki üç sene sonra bir telefon gelir. Kendi holding grubumuzun içine alıyoruz Galeri Baraz’ı, bu hakkı bize verin. Ara Güler’i ticari durum olduğu için aldı, ben de böyle ticari bir durum yok.  Belki Galeri Baraz olarak devam ettirir. Şehrin iyi bir yerinde 500 metrekarelik bir yer açar orada devam ettirir.”

 

 

YORUM BIRAKIN
YORUMLAR (0)
Habere Hiç Yorum Yapılmamış.
ÖNERİLEN HABERLER