Ölü bir canın ölü ırmağında kendisine bakması,
anlatılan olaydan çok, kendi kişiliği ile ilgilidir.
Mitalogya, Edith Hamilton
Yüreğinden yaraladığı kızlardan biri, bir gün tanrılara yakararak Narkissos’un cezalandırılmasını istedi. “Başkalarını sevmeyen kendini sevsin” dedi yüce tanrılar. Ve yakışıklı mı yakışıklı ama bir o kadar da katı yürekli olan delikanlının cezalandırılması işini, adı haklı öfke demek olan Nemesis’e bıraktılar. Nemesis’in görevini yerine getirmesi uzun sürmedi. Susayıp da duru bir pınara eğilince Narkissos, suda kendi yüzünü gördü. “Başkaları benim yüzümden ne acılar çekmiş şimdi anlıyorum” dedi. “Kendime karşı olan sevgimle yanıyorum ben. Suda yansıyan bu güzelliğe nasıl erişebilirim? O güzelliği bırakamam da. Yalnız ölüm kurtarır beni.” Böylece su kıyısında eridi gitti Narkissos. Canı ölüler ırmağını geçerken, suya eğildi, son bir kez baktı yüzüne. Eridiği yerde güzel, yepyeni bir çiçek açtı. Sevgilileri adıyla andılar onu, Narkissos (nergis çiçeği) dediler (Hamilton, 1996, s.61-62).
İşte o gün bu gündür kendine sevgi (öz-sevi, narsisizm) insanın vazgeçilmezi oldu. Hatta, öz-sevide ortaya çıkabilecek her zaafiyet de varlığımızın tehdidi. Çünkü öz-sevi vasıflarının önemli bir kısmı egoyu diğerlerinin ona verebileceği zararlardan korumak üzere gelişir. Ancak, bu vasıfların aşırı güçlemesi, sürecin narsisistik kişilik bozukluğuna doğru seyretmesi demektir.
Annenin dünyasında biricik olan bebek, sınır gözetmez. Bu da kendisini aşırı güçlü hissetmesine, her şeye hakim olduğu duygusuna kapılmasına yol açar. Bir kurama göre 18. aydan itibaren anneden bağımsızlaşmaya başlayan bebek, ihtiyaçlarına eskisi kadar hassas yanıtlar alamazsa, narsisistik kişilik bozukluğu geliştirecektir. Bir başka kuram ise egonun diğerlerinden bağımsızlaşma evresinde çocukluğa dek yaşantılanan istismar ve travma süreçlerini esas alır. Zira, kurama göre, istismar ve travma yaşantılarının fazlalığı, bir başka ifadeyle erken çocukluğun narsisistik kırılmaları, yetişkinlik yaşlarının narsisistik kişilik bozukluğuna zemin hazırlar.
Büyük ve güçlü olma tutkusu, artmış takdir görme arzusu, yetki sahibi olma isteği, empati yoksunluğu narsisistik karakterin baş belirleyicileridir. Bu özellikler ilk yetişkinlik dönemiyle birlikte baskın hale gelmeye başlar. Narsist, diğerlerine güvenmekte her zaman için şüphecidir. Ancak, gerçek olsun ya da olmasın, diğerlerinin onun yeteneğini, güzelliğini, parlaklığını ve başarısını takdir etmesi şarttır. Diğerlerinin onu çevreleyen varlıkları, sadece ona olan övgüleri getireceği için önemlidir. Aksi halde, bir anlamları yoktur zaten. Gerçekte ise narsist, son derece kırılgan bir kendilik kavramına sahiptir. O kadar ki, yaşam içindeki değeri ancak ve ancak diğerleri onu takdir ettiğinde, ona sürekli ihtimam gösterdiğinde ortaya çıkar. Bu gerçekleşmediği zaman mutsuz, kendisini hiç’likte kaybetmiş, değer yoksunu bir insan canlısı çıkar ortaya.
Temel düşünce süreçleri aşağıdaki önermeleri esas aldığından, terapi odalarının bir diğer zorlu karakteridir. Tabii, terapiye gereksinim duyarsa...
Tıpkı, yukarıda anılan önermelerde olduğu gibi, kurduğu sayısız sosyal ilişki de onun narsistik zafiyetlerini örtmek için vardır. Bu zafiyetleri gidermek için değişken bir ahlak anlayışı benimser. Zira, bu değişkenlik sayesinde her ortamda beslenebilmesi mümkündür. Bu nedenle de anlaşılması, çözümlenmesi, alaka kurulması zor kişilerdir. Kendilerinden başka kimse ile gerçek bir bağ kuramayan, kendileri ile olan ilişkilerini de son derece sağlıksız bir zeminde yapılandıran bu yetişkin çocuklar için yaşam, gerçekliğe dokunmaktan çok uzaktır. Dostluklar veya romantik ilişkiler ancak onları beslediği ya da hedeflerine ulaşmada yardımcı olduğu için vardır. Narsistin içinde kopan fırtına aslında ne kadar aşağılık hissettiğine dairdir. Ancak, dışarıdaki bir kişinin bunu görebilmesi adeta imkansızdır. Çünkü, bu bilgi narsistin kendisine dahi yabancıdır. Dünyaya başka bir kendilik sunar. Aşağılık duygusunu besleyen bir diğer kanal da dişe dokunur bir başarı elde etme, ideal bir aşk yaşama, amaçsızca var olan yüzeysel alakalarını anlamlı kılma gibi ucu bucağı belirsiz hayalleri vardır. Diğerlerini üzerine aldığı işleri gerçekleştirmede araç olarak kullandığı gibi, o işlerden elde edilen tüm başarıyı da kendisine mal eder. Eğer iş hayatı, narsisizmini düzenli destekleyen araçlardan biriyse, diğer kişilik bozukluklarına kıyasla iş yaşamında daha başarılı olur. Yalan narsist tutumunun vazgeçilmez özelliğidir. Kendisi hakkında verdiği tüm bilgi, bir aldatmaca olabilir. Kendilik algısı başkalarının konuşma, hareket ve düşüncelerinin çarpıtılmış anlamları üzerine oturur. Kendisine inanılmaz bir saygı gösterildiğini ve sevgi duyulduğunu zanneder. Başarılarını yaydıkça yayar, övgü ve iddia haline çevirirler. Yaptıklarını tarihsel kimlikler ile karşılaştırır, onlara benzer yanlarını önemle vurgularlar. Fikirlerine katılmayan kimseleri ise şiddetle yerer ve eleştirirler. Narsist kişinin kendisini Tanrı ile kıyaslaması da şaşırtıcı olmaz.
Bilgi ve kararlılığı ile çevresini etkilemeye çalışmasına rağmen, bilgisi ıvır zıvır denilebilecek bir yapıya denk düşer. Dizi kahramanları, popüler mekanlar, kıyafet markaları detayları atlamamak narsisizmini beslediği gibi, bu konular hakkında fikir sahibi olmak onun için bilginin ne’liği sorusuna da cevaptır. Muhtemelen, bu noktada en büyük hüznü öncelikle felsefeye ve sonrasında da onun kıymetli çocuklarından biri olarak ontolojiye bırakmak gerekir.
Fikirleri nadiren orijinaldir. Yetki kullanması gerektiği bir anda, kendisini tarihsel kimliklerden birinin sözleriyle desteklemeye çalışır. Ancak, ileti sözleri, o kimliğin ağzından çıkan kelimeler ve kastettiği içerik ile nadiren tutarlılık gösterir. Zira, sözleri ya da kapsamı kendine uyacak şekilde çevrimler. Pek çok kişi onun bu vasıflar ile bulunduğu mevki ye nasıl ulaştığını anlayamaz ve halen orada bulunabilme becerisini çözemez. Oysa bu soruların cevabı, diğerlerinin belki de böylesi bir olumsuz çevrimleme gücüne sahip olamayışı olabilir, ki sözü edilen çevrimlemelerden yoksun bir dünyanın çok daha keyifli bir yer olabileceği de aşikardır.
Narsistin üstleri ile arası dengelidir. Çünkü, onlar kendisini anlayabilecek olan biricik kaynaktır. Onlar onun ulaşmak istediği yerin temsilcileridir. Astları içinse tam bir kabustur narsist. Çünkü kendisini yetenekleri, donanımı, vasıfları ile onların yegane öğrenme kaynağı ya da görüp görebilecekleri ilk ve son nimet olarak niteler. En iyi doktor, yönetici, avukat... kendisidir ve bu iddiasının sınanabileceği her ortamdan kaçar. O tektir. Özeldir. Kimse onun gibi olamaz. Ona yaklaşamaz bile. Herkesin bir kusur vardır. O ise bunları çoktan aşmıştır. O halde, bu özellikleri saygı görmelidir, takdir edilmelidir, övgüye layık bulunmalıdır. Dikkat dahilinde değil, dikkat odağında olmalıdır. İstediğini alamadığı zaman aklı hemen karışır. Biri onu hayal kırıklığına uğratacak olursa, o kişiyi gözünde değersizleştiriverir.
Empati yoksunluğu onun insanlara iş gören nesneler gibi yaklaşmasına neden olur. O insanlardır ki, duyguları ve ihtiyaçları yoktur. Sömürülebilirler. Bunun için pek az suçluluk ya da üzüntü duyar.
Eleştirilmesi halinde öz-severliği fazlasıyla incinir. Bunu dışarı belli etmez ama eleştiri onun en zayıf noktasıdır. Buradan da anlaşılacağı üzere duyguları vardır. Ancak, onlarla diğer insanların kurduğu bağı geliştiremez. Duyguları o kadar bastırılmıştır ki, davranışlarında bilinçli bir oynamaz hale dönüşmüştür. Ancak, bilinçaltı ifade yoksunu bu duyguların oyun alanıdır ve her davranışını adeta bu oyun alanı belirler.
Öz-severliğine gelen her darbe karşısında kendisini boş, anlamsız ve rezil hisseder. Maalesef, bunun intikamını alır. Her koşulda öz-severliğini savunacak bir hilesi, hor gören bir duruşu ve bir karşı atağı vardır. Bu ifadeden de anlaşıldığı üzere yüksek nörotisizm ve dışa dönüklük ile düşük vicdani gelişim ve fikri açıklık geliştiren narsistler, yazık ki, günümüz dünyasının her daim kazanan adeta ideal karakteridir. Sıradanlığın korkunç olarak algılandığı bu sıradan ve özde zayıf insanların karşısında izlenebilecek önemli yollardan biri de, diğerlerinin sıradan olmayanlar dünyasına ilişkin aynayı ellerinden bırakmamalarında yatar. Eğer ki, zamanı ve dünyayı buna layık görüyorsak