Anasayfa
MARYANİ BÜYÜM HALAMIZA VEFA YAZISIDIR
Yaşar Ateşsoy
07 Nisan 2021

“Onu kaybettik.Onunla birlikte şimdi yüzyıl erken bitiyor. Anadolu'nun kaderi, gelen çağda aydınlık olsun; artık yalnız sevgi, sevinç, mutluluk, kardeşlik ve paylaşma tohumları yeşersin. Savaş olmasın, barış olsun. Onun bacıları, hısımları, komşuları, çocukları, yeğenleri, gelin ve damatları, torunları, torunlarının torunları ondan öğrendiklerini kendilerinden sonra gelenlere öğretsinler. İyilik ve sevgi öyle büyüsün.” - Güneri Cıvaoğlu, Milliyet, 20 Ağustos 2005

Böyle bir yazıya “önsöz” yazılır mı, emin değilim.. Ama “önden birkaç cümle” söylemek istiyorum. Şöyle:

Anlatacağım yaşanmışlıklar, “bir dönemin ruhuna dair örnek, özet, gerçek ve doğru bilgiler”dir. Amacım, hiçbir anlam ve amaç kompleksine saplanmadan.. Tamamen hür aklım, hür iradem ve hür vicdanımla.. Pek çok kişi, kurum ve olayla ilgili yaptığım gibi.. Masum çocukluğumuzun biçimlendiği yıllarda.. Aklıma, ruhuma ve gönlüme dokunan insanî güzellikler için, insana çok yakıştığını bilip inandığım sevgiyle, saygıyla ve insanca vefalı davranmak amacıyla şunları yazdım:

Çocukluğumuzu kuşatan sevgi, saygı ve insanlık

Memleketim Kayseri’nin, Develi’sinde, “çocukları erken büyüten, gençleri erken olgunlaştıran, yaşlıları daima saygınlaştıran” gökkuşağı renkli hayatın kuşattığı, dolu dolu dört mevsimli iklimde yaşadım.

Çukuryurt köyünde doğmuşum. İlkokula başladığımız sene Develi’ye taşınmıştık. Evimizin bulunduğu mahalle, bizim için sihirli sokaklarıyla ve sevimli insanlarıyla yeni dünyamızdı..

Dört sene sonra, kirada oturduğumuz bu mahalledeki evimizden ayrıldık.. Ayrılırken, komşularımızın törensel uğurlayışında annem ve kardeşlerimle birlikte çok ağlamıştık, çok!.. 

Cennet Mekân Babamın Aşağı Fenese Mahallesi’nde, Derici Agop Ağa’dan satın aldığı kendi evimize taşındık. Evimiz, bodrum katı ile birlikte üç katlı kocaman bir saray gibi göründü bize..

Babam Konya’da gurbette olduğu için, eşyalarımızı, eski mahallemizden bizimle birlikte gelen abiler, amcalar ve teyzelerin yardımıyla kısa sürede yerleştirdik.. Abim, kız kardeşim ve ben, daha çok, odaları keşifle meşgul olduk..

Yardıma gelen eski komşularımızı uğurladıktan sonra, şakaklarından ak saçları sarkıp sallanan, görünen yaşından umulmadık hızla hareket eden ve sürekli “hadi gelin bakayım kuzularım.. gelin bakayım kuzularım..” diye seslenen sevimli “Nine” dikkatimizi çekti..

Hangi arada nasıl kurulduğunu görmediğimiz ve anlamadığımız bir sofra kurulmuştu ve o sevimli Nine, sofrayı düzenliyordu.. Annem’e “kızım” diye, bize “kuzum” diye sesleniyordu.. Hiç alışık olmadığımız değişik bir şivesi ve bu yaştaki “nine”lerden farklı konuşkanlığı vardı..

Cennet Mekân Annemin O’na seslenirken “Maryani Hala” dediğini duydukça, daha bir şaşkındık.. Hiç duymadığımız bir isimdi.. Ama kolaylıkla öğrendik ve biz de fırsat bulup “Maryani Hala” demeğe başladık.. Her “Maryani Hala” diye seslendikçe bize “He kuzum… De kuzum..” diye, Anneme de, “He kızım.. De kızım..” diye cevap veriyordu..

Sofrada, ilk defa gördüğümüz ve yedikçe yemek istediğimiz ilginç ve tatlımsı ekmekleri çok sevdik..

Maryani Hala, “Çörektir bu.. Paskalya çöreği kuzum.. Yeyin, doyun.. Afiyet olsun.. Size daha yaparım..” diyerek, ekmek hakkında bilgi veriyordu..

Abim, “Çörek mi?.. Bu, çörek mi?” diye sordu.. Şaşırmıştı.. Bizim bildiğimiz çöreklere benzemiyordu çünkü..

Reçel, peynir, domates, salatalık ve en güzeli, çay da vardı.. Çay ve çörek yetmişti biz çocuklara. Çabucak doymuştuk.. Çünkü, evimizde keşfedeceğimiz odaların bilinmez yerlerin heyecanıyla kalktık sofradan..

Üst katları keşfi bitirdiğimizde akşam olmuştu. Annem seslendi, aşağıya indik.. Koskoca salonumsu odamız dopdoluydu. Komşular “hoşgeldiniz”e gelmişler.. Topluca tanıştırdı Annem: “Bunlar da bizim çocuklar işte..” Maryani Hala, devam etti: “Bunun adı Mustafa, bu Yaşar, bu da Arife..”

Yanında oturan ve içerdeki tek erkek olan ufak tefek dede, kocaman burnunun üstündeki çukur gözleriyle teker teker bize baktı ve gülümseyerek, “Maşaallah.. Maşallah.. Hoşgeldiniz çocuklar..” dedi. Tabakasından tütün çıkartıp sigarasını sarmağa devam etti. Sonraki zamanlarda tabaka, tütün ve sigara ortaklığı, Rahmetli Babam ile ahbaplıklarının önemli gerekçesi olmuştur.. Bütün teyzeler, ablalar da  “Maşaallah.. Maşallah.. Hoşgeldiniz çocuklar..” dedikten sonra biz, meraklı komşu çocuklarıyla hemen kaynaşıp dışarı çıktık..

Yeni arkadaşlarımıza sorup öğrendik ki, o dede, Maryani Hala’nın kocası Arsin Ağa imiş.. Demirci dükkânı varmış.. Bizim evin hemen sol bitişiğindeki ev onlarınmış. Sağ bitişiğimizdeki yedi basamaklı taş merdivenle çıkılan ev de, Bıçakcı Cemal Amca’nın eviymiş.. Karısının adı Pembe Hala imiş.. Evimizin bulunduğu sokağın adı da, Özdemir Sokak imiş.

Yeni evimizdeki ilk güne dair hatırladıklarımın tamamı bu kadar.

Sonraki günler, haftalar, aylar ve yılları, “çocukları erken büyüten” hayatın yoğurmasıyla yaşadık..

Yaşadığımız günlerin, haftaların, ayların ve yılların en özel iki insanı, elbette Maryani Hala ile kocası Arsin Amca ve İstanbul’da yaşayan çocukları Hamparsum, Maresa, Vartuhi, Takuhi,  Nazar. Gelinleri, damatları ve yaz tatillerindeki gurbetçi arkadaşlarımız torunları Alis, Elizabet, Hagop, Vahan, Jülyet, Harutyun, Arsen, Azat, Mari, Arsenoldu. Çünkü.. Hemen her gün.. Özellikle her akşam ya, biz ailecek Maryani Hala’da, ya da Arsin Amca ile birlikte onlar bizde olduk..Yetişkinlerin ve muhataplarımın anlattığını anlamak ve öğrenmek için dikkatle ve içtenlikle dinlemek; soru sormak alışkanlığım, galiba, o yıllarda temellendi..

Arsin Amca’nın akşamları anlattığı ve birbirinin tekrarı olmayan meslek anılarından oluşan hikâyelerini dinlerken kurduğum hayalleri hep hatırlarım. Ve “tembelliği, tembelleri asla sevmediğini” sıkça söylediğini de..

Meselâ, “kardeşlik, kardeş olmanın önemi ve değeri” konulu bir metaforunu, yıllar boyu hatırladım ve eğitimlerimde de kullanıyorum.

Ev sohbetleri.. Halk Eğitimi sanki..

Bir akşam bizim evde dinlemiştik.. Gaz lambasının yanına gidip.. Dinleyenlerin hepsinin rahatça göreceği şekilde.. Sağ işaret parmağının ucuyla sol işaret parmağının birinci boğumunu dikey şekilde çizerek:

“-Efendi.. Efendi.. Allah; buğday, arpa, çavdar tanesinin karnını işte böyle, tam ortadan çizmiş ki.. Yarısı bir kardeşin, öbür yarısı bir kardeşindir diye.. Kardeş payının eşit ve adil olmasını öğretmiştir..” diye örnekleyerek anlatmıştı..

Yıllar boyunca.. Nerede bir buğday kelimesi ve tanesi görsem.. Nerede bir kardeşlik, kardeş payı, adaletli paylaşmak kelime ve kavramlarını duysam, bu metaforu hep hatırlarım.. Ve anlatırken “örneklemeğe” özen gösteririm..

Maryani Hala, bütün Develi’nin genç kızlarına ve çeyiz hazırlayan gelin adaylarına öğrettiği gibi, kız kardeşime ve anneme de örgü ve el işi öğrettiğini.. Sonbaharda kışlık yiyecek turşu, pekmez, çemen, sucuk yapımı işlerini öğrettiğini biliyorum. Yıllar sonra tanıdığım bir “halk eğitimi usta öğreticisi” titizliği ve sabrıyla..

Oğlu Nazar Büyüm ve eşi, tatile geldiklerinde bizim evde yatılı misafir olurdu. Maryani Hala, sandığında yıllarca sakladığı Nazar Abi’nin ilkokulda giydiği “Yavru Kurt” kıyafetini bana hediye etmişti..Nazar Abi’nin üniversiteyi kazanmayı, eczacı olmayı nasıl başardığına, çalışma disiplinine dair bana sıkça anlattıkları, yıllar boyu çok işime yaradı..

Torunları Mari, Azat ve Arsen ile akran olduğumuz için, tatil boyunca vazgeçilmez arkadaşlardık. Yaşça büyük torunu Vahan’a “abi” diye hitap ederdik. Sabah kahvaltıları ve akşam yemeği sofralarındaki beraberliğimiz çok şenlikliydi.

O yıllarda 70’ine yakın yaştaki Maryani Hala güzel bir kadın, hep güler yüzlü aydın bir insandı. Şirin şivesiyle düzgün Türkçe konuşması, hitabeti ve diksiyonu kendine özel bir karizma sağlıyordu. Burnunun ucuna indirdiği gözlüğü ile sıkça kitap okumasından etkilenirdim. Develi Halk Kütüphanesi’nde bağımlılık derecesinde vakit geçirmelerimi, kitap okumalarımı daima takdir etti ve özellikle de yazmalarımı teşvik etti. İngilizce bildiği için, benim ödevlerime yardım ederdi. İngilizce gün, hafta ve mevsim adları ile sayı saymayı ondan öğrenmiştim. El yazısı çok güzeldi. Türkçe ve Ermenice mektuplar yazardı.. Yazarken başında durup seyretmeyi ve yazdıklarını mırıl mırıl tekrarlayışını dinlemeyi çok severdim..

O yıllarda yetişkinlerden duyduğumuz.. Sonraki yıllarda yetişkin olup öğrendiğimiz ve Maryani Hala’nın, Arsin Amca’nın, çocukluğu ve gençliğinde yaşadığı “Anadolu’daki ayrılıkçı yangınlara ve acılara” dair hiç, ama hiçbir sözlü ya da imalı “laf sokuşturmak”, “ironik” sözler, “gizli, gizemli, dolaylı bir şeyler öğretmek” yahut “fırsatçı telkin” çabasına muhatap olmadım...

Öğrettiği ilâhi

Bir de, bana, “Bilge bir adam” diye hayatını anlattığı Yûnus Emre’nin “Sordum Sarı Çiçeğe” ilâhisini O’ndan öğrenmiştim. Kendisi çok güzel söylerdi. Birlikte söylememizden çok hoşlanırdı.

İbâdet etmeyi ve edenleri severdi.. İbâdet vakitlerinde, İncil okumalarında bizden izin ister, başka odaya geçerdi. “Gelin size de öğreteyim..” gibi hiçbir teklifte, istek ve ısrarda bulunmadı.

Evinde, misafirleri için seccâde ve tespih bulundururdu. Akşam oturmalarında müslüman misafirleri için bilhassa akşam ezanlarını takip eder; yan odaya seccâde serer; leğen ve su dolu ibrik hazırlar ve sonra misafirine “siz hazırsanız, içeride ben hazırladım..” diye haber verirdi. Bu hazırlık ve hatırlatmayı, Rahmetli babam dahil çok kişiye söylerken şahit olmuştum.. Bazen, onların namaz için kalkmadığını görüp, Maryani Hala’nın sevdiğini ve sevindiğini bilerek, emeğine saygıyla kendim gidip kılardım.. Böyle yapmamı her seferinde “aferin kuzum.. aferin çocuğum” diyerek ödüllendirdi..

Maryani Hala, Rahmetli annem ile çok samimi bir dost, arkadaş ve sırdaş oldular.. Küçük kız kardeşim Aysel’in doğuşunda, annemin başucundaydı. Rahmetli Babam ağır iş kaza geçirip aylarca evde yattığında başucundaydı.. Ve o, bir kış günü buzda kayarak düşüp bacağını kırdığında, günler ve geceler boyu sadece annem, iyileşinceye kadar hep O’nun başucunda ve her hizmetinde oldu..

İstanbul’da yaşayan çocukları, yaşlı anne-babasını, samimi bir güven içinde, gönül huzuruyla Rahmetli anneme ve babama emanet ettiler. Bunu, her geldiklerinde sıkça söylediler. Anne-babaları da, “bize sizden daha iyi bakan çocuklarımız var burada.. Bizi merak etmeyin, bizim için kaygılanmayın” diye söylediler..

Maryani Hala ve Arsin Amca, ailesiyle birlikte, “bilgili ve görgülü yetişkinlerden sürekli etkilendiğimiz” ilkokulu beşinci sınıftan, ortaokul son sınıfa kadarki yıllarımızda hep hayatımızda oldular.. Ta ki.. Arsin Amca’nın ölümünden itibaren yapayalnız kalıncaya kadar..

Çocukları İstanbul’a götürdüler.. Ayrılık vedalaşması, Maryani Hala’nın Develi’deki “el işi, ev işi talebesi genç kızların ve kadınların” gözyaşlı uğurlama törenine dönüştü!..

Maryani Halamızgitti!..

Aradan yıllar geçti; ne bir haber alabildik, ne bilgi.. Sadece özledik ve hatıralarımızı hep hatırladık.. Nazar Abi ile evimizdeki misafirlik sürecinde meraklı konuşmalarımı.. Arsen, Azat, Mari ile yaz tatillerindeki arkadaşlıklarımızı, hep hatırlarım..

Ve sene 1988 Nisan ayının 10’uncu günü.. Muhabirliğini yaptığım Milliyet Gazetesi’nde, “ONU KAYBETTİK” başlıklı, yarım sayfalık bir vefat ilânı ile öğrendim ki, Maryani Halamız vefat etmiş!..

Güneri Cıvaoğlu da, bu ilâna atıfla, 20 Ağustos 2005 tarihli Milliyet’de bir yazı yazmıştı. Oğlu Nazar Büyüm’ün ilân metninde söyledikleri ve Cıvaoğlu’nun yazısında vurguladığı “dilekleri”, benim özetle anlattığım Maryani Halamızla ve o yılların güzellikleriyle ilgili anılarımı ve bu yazının amacını destekliyor:

“Onu kaybettik. Onunla birlikte şimdi yüzyıl erken bitiyor. Anadolu'nun kaderi, gelen çağda aydınlık olsun; artık yalnız sevgi, sevinç, mutluluk, kardeşlik ve paylaşma tohumları yeşersin. Savaş olmasın, barış olsun.Onun bacıları, hısımları, komşuları, çocukları, yeğenleri, gelin ve damatları, torunları, torunlarının torunları ondan öğrendiklerini kendilerinden sonra gelenlere öğretsinler. İyilik ve sevgi öyle büyüsün.”

Nazar Büyüm imzalı vefat ilânında; “Ölümünden hemen önce en küçük torununa ‘Sordum sarı çiçeğe; anan baban var mıdır?’ilâhisini söyleyen odur. Bu kadın, annemiz, büyüğümüz, büyükle büyük, çocukla çocuk olmasını bilen bu matriark, ölümü kavuşma olarak, doğumu bir direnme ve meydan okuma olarak gördü.” Cümlesini okuyup bitirince, Maryani Halamızın ruhu için, içtenlikle Fatiha okudum.. Böyle yaptığımı duysaydı; masum çocukluk yıllarımın anlayış güzelliğiyle biliyorum ve eminim ki sevinirdi ve “sağol kuzum.. sağol çocuğum” diye teşekkür ederdi..

Vefatının 23’üncü yılında, saf ve masum çocukluğumda, Anadolu Kültürü’nün, ayırımsız insan sevgisini yaşayarak öğreten değerli insanı Maryani Halamız’ın ruhu için, aynı içtenlikle, ölümünden önce en küçük torununa, -galiba, çocukluk arkadaşım Mari’ye- okuduğu gibi,“Sordum sarı çiçeğe” ilâhisini ve Fatiha okuyup hediye ettim..

“Soğol kuzum.. Sağol çocuğum..” dediğini de duydum elbet…