Anasayfa
YÖNETİLMİYOR SAVRULUYORUZ…
Nazif Kerem Gözener
06 Nisan 2021

Son iki hafta içinde ülke siyasetinde olağan üstü gelişmeler oldu; 4,5 ay önce göreve gelen, Merkez Bankası başkanı Naci Ağbal19 Mart Cuma günü görevden alındı, suçu, faiz oranlarında 200 baz puan artış yaparak, Merkez Bankası faiz oranlarını %17’den %19’a çıkmasına sebep olmak idi.

Aynı gün, Cumhurbaşkanlığı’nın 3718 nolu kararnamesi ile Türkiye 2011 yılında imzaladığı İstanbul Sözleşmesinden çekildi.

Taksim Gezi Parkı, Pera Palas oteli ve Şişli Etfal hastanesi, Sultan Beyazıt Hanı Veli Hazretleri Vakfı’na devredildi.

Merkez Bankası Başkanı Naci Ağbal’ın 19 Mart Cuma gecesi  görevden alınmasına piyasalar 21 Mart gecesi, saat 21 sularında yanıt verdi, Uzakdoğu piyasaları, saat farkından dolayı erken açıldığı için , TL hızla değer kaybetmeye başladı 1 USD 8,89 TL’e kadar yükseldi. Normal zamanlarda günde ortalama 150 milyon dolarlık döviz satın alınırken, 19 Mart Cuma günü bunun üç katı, yani 450 milyon dolarlık döviz alındığı sonradan fark edildi.

Ekonomistlerin geneli faiz oranının neden değil sonuç olduğunu söylerler, yani, ülke ekonomisinin durumuna piyasaların verdiği bir yanıt, doğal bir sonucudur faiz oranı. Hükümet, bunun tam tersi olduğunu, faizin enflasyonun nedeni olduğunu iddia etmekte. O halde, Hükümet şu soruyu nasıl yanıtlar, gelişmiş ülkelerin merkez bankası faiz oranları neden negatif oranlarda? Örneğin ABD, Kanada, Avustralya, Fransa, Hollanda, İsviçre gibi ülkelerde neden eksi faiz uygulanıyor? 

Görevden alınmış Merkez Bankası Başkanı Naci Ağbal, 200 baz puan faiz artışını yaparken biliyordu ki, bu artışı yapmasaydı para dövize yönelecek, bu defa dolar artacaktı, faiz artışını yaparak dövizi frenlemeye çalışıyordu. Ancak, görevden alınma kararı yine piyasaları olumsuz etkiledi, faiz artışına rağmen TL döviz karşısında  % 16 değer kaybetti. Şimdi bu artışı frenlemek için yeni bir faiz artışı yapma gereği hasıl oldu. Merkez Bankası Başkanları, diledikleri rakamı faiz oranı diye yazabilirler, önemli olan piyasaların bu kararlara nasıl tepki verdiğidir. Bu nedenle “Faiz, neden değil sonuçtur” diyoruz. Oysa, üretime, ihracata dayalı, Hukuk sistemi güçlü olan bir ülke olsak, şimdi başımızın belası olan döviz, faiz ,enflasyon rakamları ile hiç uğraşmıyor olacaktık. Oysa Halk, 19 yıl boyunca Hükümetin istediği siyasi desteği vererek,ideal bir ekonomi sistemini gerçekleştirmek için görevini fazlasıyla yerine getirmişti, ancak, Hükümet ödevlerini gerektiği gibi yapmayarak, ekonominin içinde bulunduğu çıkmazın baş sorumlusu olarak karşımıza çıkacaktı. Bu nedenle “yönetilmiyor, savruluyoruz” diyoruz.

İstanbul Sözleşmesi 11 Mayıs 2011’de İstanbul’da yapılan Avrupa Konseyi Bakanlar komitesinde imzaya açıldı, Türkiye, aynı gün sözleşmeyi ilk imzalayan ve 24 Kasım 2011’de parlamentosunda OY BİRLİĞİ ile onaylayan ilk ülke oldu ve sözleşmeye kendi şehrinin ismi verildi. Ardından 45 ülke daha sözleşmeyi imzaladı, 34’ü parlamentosunda onayladı. İstanbul Sözleşmesi, Birleşmiş Milletlerin en çok kabul gören anlaşmalarından bir tanesi oldu. İşin garip tarafı, imzalanması ve yürürlüğe girmesi bu kadar meşakkatli olan İstanbul Sözleşmesinin bir gecede sessiz sedasız bir kararname ile kaldırılmasıydı. 

Anayasa Madde 90 : “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır.”

“Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz.”

Gayet açık , Meclisin yasalaştırdığı tüm kanunlar Anayasa denetimine tabi iken Uluslararası antlaşmalar bundan muaf tutuluyor, buda, Uluslararası anlaşma metinlerini Anayasa hükümlerine eş kılar, hatta eşitler arasında üstün kılar . Ayrıca, bir yasa, yürürlüğe girdiği şekilde kaldırılır hükmü varken, nasıl oluyor da, bir gecede bir kararname marifetiyle bu sözleşme iptal ediliyor, kanımca, İstanbul Sözleşmesi’den ancak meclis kararı ve aynı anayasa değişikliklerinde olduğu gibi ¾ çoğunluk yani 450 milletvekilinin el kaldırması ile çıkılabilir.

Şişli Etfal Hastanesi’nin kapatılacağına dair bilgiler geliyor, özellikle, Okmeydanı Cemil Taşçıoğlu şehir hastanesi açıldıktan sonra bu konu fazlasıyla endişe veriyor.

Şişli Etfal, Şişli’de yaşayan bir çok vatandaşın en çok güvendiği, hatırası olduğu bir hastane, tabii ki depreme karşı güçlendirilmeli güvenli hale getirilmelidir , tabii ki modernize edilmelidir, bunlara kimsenin itirazı olamaz, ancak yıkılıp arazisinin başka amaçlarla kullanılması kabul edilemez, 2018 yılında Sağlık Bakanlığı müsteşarı Prof Eyüp Gümüş’ün hastanenin taşınacağı yönünde beyanatları var, amaç, Şişli halkını, Okmeydanı Cemil Taşçıoğlu şehir hastanesine yönlendirmekse, Şişli Halkı buna itiraz ediyor, Şişli ile özdeşleşen Etfal Hastanesi, tüm üniteleriyle birlikte mevcudiyetini korumalıdır. Şimdilik AK Parti’nin Şişli’deki siyasetçileri de Şişli Etfal’in kalacağını ifade ediyorlar, ancak,Beşiktaş Ortaköy’deki Boğaza nazır Gaziosmanpaşa İlkokulunu unutmadık,burada 2002’de bir yangın çıkmış, yetkililer okulun önünde, aslına uygun halde restore edileceği ve Okul olarak kullanılacağı şeklinde söz vermişler ancak aradan geçen onca zamanda verilen sözler unutulmuş, bina otel olarak restore edilmişti. Şişli Etfal’in Şişli’de, TAM TEŞEKKÜLLÜ HASTANE olarak kalması, modernize edilmesi ve depreme karşı güçlendirilmesi,  tüm Şişli Halkının isteğidir.