Haliç, Fizikî Coğrafya da, Arapçadan dilimize giren, körfez anlamına gelen bir terimdir. Denizin, kendine ulaşan akarsu yatağını basması sonucu oluşmuş, jeomorfolojik bir yapıdır. Bizim Haliç masalımız, Dünyada eşi benzeri olmayan güzelliğe sahip Boğaziçi ile başlar. İstanbul ile biter.
Günümüzde, Marmara denizinin olduğu bölge, coğrafyacı bilim insanlarını bile zorlayan, karmaşık yer yapısına sahiptir. İkinci ve Üçüncü Jeolojik Zamanda, yaklaşık 225-265 milyon yıl önce, tektonik olaylar sonucu yer katmanları alt üst oldu. Bu büyük felâket sonucu, Marmara denizinin çanağı oluştu. Boğaziçi ve Haliç zamanla birer akarsu vadisi oldu
Yaklaşık 2,5 milyon yıl önce başlayan 4. Jeolojik Buzul Dönemi’nin sonlarına doğru iklim ısınmaya başlayıp buzullar eridikçe, deniz seviyesi yükseldi. Bu oluşum sırasında, çöküntü olan yerleri deniz kapladı. Karadeniz Gölü ile Akdeniz birleşerek, Marmara denizi, boğazlar ve tabii ki! Haliç ortaya çıktı.
* * *
Antik Yunan Mitolojsinde; Çok tanrılı dönemin efsanesine göre, Olympos’un çapkın Tanrılar Tanrısı Zeus, Argos Kralı’nın kızı İo ile kaçamak yapar. Zeus evlidir ve İo’yu, karısı Hera’nın intikamından korumak için, beyaz bir inek şekline sokar. Hera, ilişkiyi öğrenince, can yakan bir sinekle İnek İo’yu canından bezdirir. Can acısıyla kıvranan İo, ortalığı toz duman eder. Sonuçta, Boğaziçi ve Haliç çukurlarını oluşturur. Bu yüzden Boğaziçi, batı dillerinde Bosphorus (İnek Geçiti)olarak adlandırılır.
İo, Alibeyköy (Kidaros) ve Kağıthane (Barbisos) dereleri arasında yer alan Silivritepe’de yarı tanrı kızı Keroessa’yı doğurur. Onu Semestra adlı bir su perisi büyütür. Artık genç kız olan, Zeus ve İo’nun kızı Keroessa, Deniz ve Deprem tanrısı Poseidon’ dan hamile kalır. Kentin kurucusu Byzas’ı doğurur. Yunanlılar kente, Zeus’un torunu Byzas’ın adına “İon” ekleyerek Byzantion adını verir. Efsaneye göre, Haliç’e de şehrin kurucusunun annesi, Keroessa’nın adı verilir. Zamanla bu isim kısaltılarak bereket anlamına da gelen Keras (Boynuz), daha sonra Hrisokeras (Altın Boynuz) olur. Altın Boynuz, tüm güzelliklerde olduğu gibi, her dönemde birçok efsanenin konusu olur.
* * *
Karadeniz’e gidip gelen palamut sürüleri, Kız Kulesinin önünde yeralan beyaz kayalıklar nedeniyle, yollarını şaşırıp Haliç’e yönelirler. Burası artık palamut ve torik sürülerinin güvenli sığınağıdır. Bunu farkeden balıkçılar, Sarayburnu’nu mesken tutup bereketinden bolca nasiplerini alırlar. Böylece, tarihi yarımadaya ilk yerleşim başlar. Balıkçılar, MÖ.685 de ileride kurulacak Yunan kolonisinin ve İstanbul’un, temelini de atmış olurlar.
Haliç, İki bin yıl, yerleşim yeri olarak, yüz yıllar boyu kent merkezinde yer almış. Yamaçları, çevresi, temiz havası, tarım alanları, bağ bahçeleri, erguvan, servi, akasya ve meyve ağaçları, suları, sevimli koyları, yeşille mavinin harman olduğu bu güzel yer, bir doğa harikası olarak korunmuş.
Osmanlı döneminde; Haliç, etrafındaki tepelerden akan killi topraklar nedeniyle dolmaya başlayınca, erozyonu önlemek için, Kağıthane sırtlarında tarım yasaklanarak, ağaçlandırma yapılır. Özellikle, Haliç etrafında yer alan Porselen vb. atölyeler, dipte biriken killeri kullanırlarsa vergiden muaf tutulur.
19. Yüzyıl sonlarına doğru sanayileşme ile yavaş yavaş talan da başlar.
Cumhuriyet döneminde; Mesire yerleri, yemyeşil bostanları ile farklı inançları olanların bir arada sevgi ve saygıyla sorunsuz yaşadıkları, tarihi değerleriyle korunmaya çalışılan Haliç, 1950 den sonra yakın çevresiyle, sanayi alanı haline gelir. Tonlarca endüstriyel atık akıtılır. Sanayileşme ve hızlı göç ile kontrolsüz yerleşme başlar. Göçle gelenler, kendi kültürlerini de birlikte getirdiler. Önce gecekondular, sora üstüne bilinçsiz mütayitlerin ( Müteahhit)yaptığı çok katlı binalar, çarpık kentleşmenin tipik örnekleri oldu. Kanalizasyon suları, sanayi atıkları, mezbaha artıkları ile Haliç pislik yuvası haline geldi. Son zamanda yapılan İyileştirme Çalışmaları, olumlu sonuç vermeye başlasa da, torik sürüleri, nefis lâkerda yapan balıkçıları ve kadim ahalisi geri döner mi? Bilemem.
Her şeye rağmen, Eyüp Sultan sokaklarında gezmeyi, Fener, Balat, sokaklarında kaybolmayı, akşamüstü Pierre Loti kahvesinin muhteşem manzarasında kahve içmeyi, Sütlüce Kongre Merkezi bahçesinden, Eyüp sırtlarından yükselen ay ışığında ışıldayan, Haliç’i seyretmeyi çok seviyorum.
* * *
Çocukluğumdan buyana, Tarihi Yarımada, Boğaziçi, Haliç gibi nadide bölgelerde yer alan semtlerin, hızla katledilişine tanık olmak, yüreğimi parçalasa da, cânım İstanbulum, Yağma Hasan Böreği gibi, yağmalansa da, “Sade Bir Semtini Sevmek Bile Bir Ömre Bedel.(Yahya Kemal Beyatlı)” Sevgi ile.