Osmanlı dönemindeDer-Saadet olan İstanbul’umuz, her zaman için çok önemli olmuştur.Kurulduğundan buyana, üretim zorluğu,üretilenlerin şehre ulaşım zorluğu vs. nedenlerle ahalisi, bolluk içinde olmayıp hep sıkıntılı bir hayat sürmüştür
Eskiden, kendine has bir dili, zarafeti, nezaketi olan güzeller güzeli bir kraliçeydi İstanbul. Günümüzde ise, uzaktan bakıldıgında, yine çok güzel. Ama! Dişleri dökülmüş, yorgun, yemyeşil gözlerinin feri kaçmış, sararıp solmuş hasta bir kadın.” Yeter! Üstüme gelmeyin! Ölüyorum!” diye bağırıyor.
Tarihi yarımada, Üsküdar, Kadıköy, Beyoğlu, Şişli, Beşiktaş ve yakın çevresinden oluşan Merkez İstanbul’un tarihi dokusu ne yazik ki korunamamıştır. İkinci dünya savaşının sıkıntıları nedeniyle, imar bütçeleri kısıtlı olan şehrin tahribi çok fazla değildi.Türkiye’nin toparlandığı et, buğday, sebze ve meyvenin bol bol geldiği yıllarda şehrin refah seviyesi de yükselmeye başladı. Bunedenle;1946’dan sonraki yıllarda başlayan tahribat, 1950 li yıllarda imar çılgınlığına dönüştü.
İstanbul’un Kültür Tarihi için kara sayfaların yazılmaya başladığı bu yıllar, sonun başlangıcı oldu. Anadolu’dan İstanbu’la hızlı bir göç başladı. Konakların fakirleşen yaşlısahipleri, iki odasını kendine ayırıp göçen ailelere oda oda kiralıyordu. Diğer odalarda topluca yaşanmaya çalışılıyordu. Merkez İstanbul’un bahçeli ağaçlı ahşap konaklarının çoğu, sefalet ve yoksulluk günlerini temsil ettiği düşüncesiyle, yönetenler tarafından yıktırıldı. Yerini güya, modern sanılan ucuz apartmanlara bıraktı. İnsanları da, çevre semtlerdeki alt yapısı, suyu, elektriği olmayan yerlere gittiler. Böylece gecekondu mahalleleri, kontrolsüzce arttı.
Kendini Mimar Sinan’la yarıştıracak kadar hadsiz mimar ve mühendisler,İstanbul’a hizmet ettiklerini zanneden, tarih şuuru olmayan görgüsüzler türedi. Şehri modernleştirme uğruna, kurulduğundan bu yana sahip olduğu birçok tarihi eseri ki,bunların içinde Mimar Sinan’ın eserleri, külliyeler, tarihi camiler de var.Yok edildi.
1960 larda ve sonrasındaki göçlerle, mimarisinin özenle korunması gereken Tarihi Yarımada talan edildi. Silueti bozuldu. Çarpık işyerleri, bekârhaneler ile doldu. Şehir, plansız ve bilgisizce, dış semtlerde gecekondular, zamanla gecekondu-apartmanlar evler, Şehrin göbeğinde, görgüsüz ucube gökdelenlere dönüştü.
İstanbul,gereksiz bir şekilde büyüyor. Yerleşim haritaları aydan aya değişiyor. Kargacık burgacık,alt yapısı olmayan yollarıyla İstanbul yaşanmaz hale geliyor. Çılgın İstanbul projeleri ile de çevresinin ekolojikdengesi, doğallığı yok oluyor. Vah! İstanbul’um Vah!
Çünkü! İstanbul’un yüzde atmış- yetmiş gibi nüfusuokuduğunu, ezberleyerek öğrenen, öğrendiğini başkalarına sözle aktaran, düşünmenin öncelik olmadığı geleneksel toplum özelliğini koruyor. Çoğu da yaşadığı yer dışındaki İstanbul’u tanımıyor. Gezip öğrenmek meraklısı da değil. Seçilen yönetenler de, pek farklı değil. Çünkü! İstanbul’un ruhundan anlamayan, ihtiyaçlarını bilmeyen, yaşadığı yeri tanımayan kişiler. Çünkü! İstanbul’u tasarlayan tasarımcılar, şehir planlayıcıları da, şehrin tarihi gelişimini, arşivini, sosyolojisini, topoğrafyasını, jeostratejisini vs. araştırmayan, bilimselikten uzak gerçek İstanbullu olmayan taşralılar.
Çünkü!Bu kişilerin kararları İstanbul dışından veriliyor.Şehrin kaderini, bilinçsizliğin yanında paranın getirdiği mekanizmalar belirliyor.Hepimizin bildiği, rantiye- şantiye durumları! Tedavin imkânsıza yakın… İstanbul!
Bilgi toplumu oluncaya kadar elveda! Artık ne yersen ye!
SÜHEYLA BAYRAK