Seni kim çizebilir şubat yokuşu
Yalnız akşam dağınık olsun
Seni kim çizebilir şubat yokuşu
Bütün çizgileri bozuyorsun
Dört yılda bir 29 gün çeken yılın ikinci ayı ve kış ayının üçüncüsünden merhaba…
Arapça bir sözcük olan sanat sözcüğü “san’a” kökünden gelen “yapmak, üretmek anlamında yaratıcılığın ve hayal gücünün ifadesidir. İnsanın doğuşuyla başlamış ve dünya durdukça da var olacaktır...
Güçlü müşahede, derin bir sezgi, üstün bir tahlil ve terkip yeteneği ise bir sanatçının temel özelliğidir ki artık sıradanlıktan çıkmıştır sanatçı. Kendi kavramını yaratmıştır.
Şubat ayında kaybettiğimiz sanatçılarımızı rahmetle anıyor ve “ışıklar içinde uyusunlar” diyoruz.
Cenap Şahabettin, Şair, Yazar
Adile Sultan, Şair
Direktör Ali Bey, Yazar
Ali Ulvi Kuruca, Yazar
Beşir Fuad, Yazar, Gazeteci
Ahmet Kabaklı, Yazar
Bahtiyar Vahapzade,Şair, Yazar
Hüseyin Siret Özsever, Şair
Halit Fahri Ozansoy, Şair, Yazar
Ömer Bedrettin Uşaklı, Şair, Yazar
Tarık Buğra, Yazar
Orhan Asena, Şair, Yazar
Cemal Kutay, Yazar
Turgut Cansever, Yazar
Yaşar Kemal, Yazar
Doğan Cüceloğlu, Yazar
Tezer Özlü, Yazar
Nezih Demirkent, Gazeteci
RESSAM/KARİKATÜRİST: Cemal Nadir, İsmail Gülgeç, Malik Aksel, Mehmet Gün, Nejat Melih Devrim
MÜZİK: Ayhan Aydan, Aysel Gürel, Ahmet Gazi Ayhan, Barış Manço, Cem Karaca, Müzeyyen Senar, Muzaffer İlkar, Neriman Altındağ Tüfekçi, Selahattin Pınar, Saadettin Kaynak, Şerif Yüzbaşıoğlu, Şerif İçli, Teoman Alpay
SİNEMA/TİYATRO: Aytaç Arman, Bilge Olgaç, Gazanfer Özcan, Hayri Esen, Macide Tanır, Melih Gülgen, Nevzat Pesen, Neyyire Neyir, Salih Tozan, Süreyya Duru, Sırrı Gültekin, Tekin Akmansoy, Toygar Ateş, Yaman Okay, Yalçın Menteş, Vahi Öz, Yusuf Kurçenli
CENAP ŞAHABETTİN ( ELHAN-I ŞİTA / EVRAK-I EYYAM /TİRYAKİ SÖZLERİ )
Cenap Şahabettin; Tevfik Fikret ve H. Ziya Uşaklıgil’le birlikte Servetifünun’un (Edebiyat-ı Cedide) temel direklerdendir.
Çeşitli konularda pek çok eleştiriye maruz kalsa daTürk Edebiyatı’na yenilikler getirmiş, özgün şairimizdir.
ELHAN-I ŞİTA
Bir beyaz lerze, bir dumanlı uçuş,
Eşini gaip eyleyen bir kuş
Gibi kar
Geçen eyyam-ı nevbaharı arar…
Türk edebiyatında “Kar ve Kış” deyince hemen Cenap Şahabettin’den “Elhan-ı Şita (Kış Ezgileri)”, Ahmet Muhip Dıranas’tan “Kar” ve Yahya Kemal’den “Kar Musikileri” isimli şiirler sıralanır.
Cenap Şahabettin, Elhan-ı Şita’da panteist bir bakış açısıyla kış mevsimini ve karın yağışını bir tablo gibi gözler önüne serer.
Şiirde sözcükler ve aruz, ahenk ve musiki ile örülürken yoğun imgelerle kış ve kar hayalimizde canlanır, hayat bulur.
Kış mevsimi gelmiş, karlar yağmakta… Önce ince ince sonra lapa lapa daha sonra da tipiyle savrulan ve yerde yığın yığın birikmiş karlar… Kar bazen eşini kaybetmiş bir kuş, bazen baharın müjdecisi bir kelebek… Kış imgeleriyle hüzün, bahar imgeleriyle ise mutluluk ifade edilir. Saadet ve hüzün şiirin iki ana temasıdır.
İstanbul’a ilk kar düşünce o gün matbuattaki gazete ve dergilerin birinci sayfasında Elhan-ı Şita şiiri neşredilirdi. Adeta ”kar”a hoş geldin dilekleriyle…
Cenap Şahabettin’in tabiat söyleminderealite azdır. İnsanın eksik olduğu, fantezili bir tabiattır bu. Dışaleme pembe camlı bir pencereden bakar gibidir şairimiz . Toprak hayal kurar, ağaçlar rüya görür, kuşlar ilkbaharın günlerini arar, semadan bir el konfetiler yeryüzüne saçar… Cenap Şahabettin’in şiirlerinde doğanın bir ruhu vardır.
Cenap Şahabettin mücadeleyi sevmez. Yaşamını da, söylemini de kendine ve zamanına göre güçlü hissettiği odaklardan yana tavır sergiler. Güç kimdeyse Cenap onun yanındadır. Bu değişken çizgisiyle zamanla aydın çevreden ve basın hayatından soyutlanır, ömrünün son günlerinde buruk ve yalnızdır. Bugünlerde Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör atanmasıyla ilgili olarak gündemde olan “Paslıçiviler sökülürken gacır gucur sesler çıkarır.” Söyleyişi Cenap Şahabettin’e aittir. Öyküsü ise şöyledir: Kurtuluş Savaşı sırasında İstanbul Darülfünun öğretim üyelerinden biri olan Cenap; Büyük Taarruz’dan bir süre önce Mustafa Kemal ve arkadaşlarını sürekli eleştirdiği, onlara hakaret ettiği ve İngiliz himayesini savunduğu için beş öğretim görevlisiyle üniversitedeki görevinden uzaklaştırılır.
Muhafazakardır, dili sadeleştirmek isteyen kişileri alaycı bir üslupla eleştirir ve Arapça ve Farsçanın ağır terkipleriyle yüklü Osmanlıcanın fanatik savunucusudur. Dili o kadar ağırdır ki Ahmet Mithat Efendi tarafından anlaşılmazlıkla suçlanır. Dekadanlar tartışmasında hedefteki ana kahramandır.
Dilde muhafazakarlığı savunması, dili sadeleştirme konusunda Milli edebiyatçılarla tartışması; önce İttihatçılar’ı ve Enver Paşa’yı tutması sonra onları eleştirmesi; Celal Paşa ile yakınlıklarının ticaret amaçlı menfaate dayanması; Mustafa Kemal ve Kurtuluş Savaşı ile ilgili ağır eleştirileri, Kurtuluş Savaşı’nın yönü belli olmadan önce Padişah’ın yanında yer alması,işgal kuvvetlerine karşı sempatizanlığı, daha sonra da Kurtuluş Savaşı’nın zaferle sonuçlanmasıyla da tekrar Atatürk ve Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’ne övgüler yağdırması; zaman zaman kadın hakları aleyhindeki yazıları yüzünden Cumhuriyet’in ileri gelenleri tarafından affedilmez. Falih Rıfkı Atay, Yakup Kadri gibi dönemin münevverleri Cenap’a karşı tavır alır. Cenap artık yalnızdır…
“Çehremi varsın o solgun seneler soldursun
Yeni yıldız gibi doğdukça güzel her akşam
Gençliğin böyle benimken kocamam, hiç kocamam
Ruhum, ölsem bile ben, sen yaşayan ruhumsun”
şiiri sade dille yazılan şiirlerinden biridir.
Abdülhak Hamit’ten sonra Türk şiirinde en büyük yenilikçi, sembolizmin temsilcisi; serbest müstezatı, Ahmet Haşim ile başarılı bir şekilde uygulayan pitoresk ve panteist sanatçı, ses ve ahenk ustası…
Az ve öz söyleyerek atasözü niteliğindeki özdeyişleri ünlüdür, bunlar günümüzde de canlılığını korumaktadır; Cenap ,bu özdeyişleri TİRYAKİ SÖZLERİ ismiyle yayımlanır.
“Talih bile deve gibidir. Önüne bir eşek düşmedikçe istediğimiz tarafa yürüyemez.”
“Hayat hiç şüphe yok ki komedyadır fakat içinde çoğumuz ağlarız”
“Gariptir, yükü çeken mandanın sesi hiç çıkmaz da kağnı inler”
“Kalp söze başlayınca akıl sağır olur”
ORHAN ASENA (MASAL/KIT KANAAT/TOHUM VE TOPRAK/HÜRREM SULTAN)
Hekim, oyun yazarı, şair, Türk Edebiyatı’nın Shakespeare’i …
Mineli bir gök, çini bir toprak,
Ve bir minyatür gibi hatıran
Kaf dağları ardında… Uzak…
Akşam sıcak, gölgeli akşam…
Tiyatro eleştirmenlerince, oyunlarında kullandığı dil ve konuları nedeniyle Türk tiyatrosunun Shakespeare’i olarak kabul edilir.
1988’de Devlet Sanatçısı unvanına sahip olan Orhan Asena, Edebiyatçılar Derneği üyesi, Halkevlerinin kurucu üyesi, Türk Dil Kurumu, Türkiye Yazarlar Sendikası ve Uluslararası Tiyatro Enstitüsü üyesidir. Diyarbakır’da dünyaya gelen sanatçının, Ziya Gökalp baba tarafından akrabası, Cahit SıtkıTarancı ise kuzeni ve Şair Mehmet Tamer ise yeğenidir.
Sanatı DNA’larında taşıyan Orhan Asena, Edebiyat dünyasına önce şiirle girer, “Masal ve Kıt Kanaat” isimli iki şiir kitabı yayınlanır.
SİTEM
Sana değil gülüm, sana değil
Cevrindir seni böyle güzelleştiren.
Senden ne bir vefa umarım,
Ne derdime şifa umarım.
Dünya görüşü olarak Hümanist, Sosyalist ve Atatürkçüdür.
“İnsandan yola çıkılırsa topluma varılır. Toplumsal olan sanatın yolu, insandan geçer” diyerek oyun yazarlığının temel ilkesini belirler.
Tarihi konulu oyunlarında tarihten yola çıkmak yerine günümüzden ve günümüz insanının sorunlarından hareket eder. Tarihi olayları bugüne getirerek değil, günümüzün tarihteki izdüşümünü yakalayarak yazar.
Tarihi konuların yanı sıra kadın sorunları, aşk, Anadolu, devrim konularına da değinir.
Gılgamış’ın halkını korumak için Tanrılara meydan okuması, Tanrılara eşit olmanın verdiği gururun anlatıldığı oyun; TANRILAR VE İNSANLAR
İdealist bir devlet adamı olan Alemdar Mustafa Paşa’yı konu alan oyunu; TOHUM VE TOPRAK
Düşünceleri uğruna kurban edilen Mutasavvuf Şeyh Bedreddin’in trajedisini anlatan oyun SİMAVNALI ŞEYH BEDREDDİN
Kanuni Sultan Süleyman’ın oğulları arasındaki taht kavgasını konu edinen oyunu YA DEVLET BAŞA YA KUZGUN LEŞE
Aydın ihtilaline önderlik eden Atçalı Kel Mehmet’in dramını aktaran oyunu ATÇALI KEL MEHMET
Şili Devlet Başkanı Salvador Allende’nin ölmesi ile sonuçlanan hükümet darbesi sırasında dışarıdaki insan avından kaçan yedi gencin hesaplaşma, tartışma ve çatışmalarının öyküsü olan oyun ŞİLİ’DE AV
Anadolu insanı ve sorunlarının anlatıldığı oyun TOROSLARDAN ÖTEYE eserlerinden bazılarıdır.
2002’den beri Diyarbakır’da Diyarbakır Devlet Tiyatrosu tarafından Orhan Asena anısına adını taşıyan YERLİ OYUNLAR FESTİVALİ düzenlenmektedir.
VEDA
Yıldızlar seyrekleşti, gök lime lime
Kırılmış bir dal gibi sallanır ümit
Elini son bir defa uzat elime
Ve sonra bana bakma güle güle git!
ÖMER BEDRETTİN UŞAKLI (YAYLA DUMANI/DENİZ SARHOŞLARI/SARIKIZ MERMERLERİ)
Siyasetçi, bürokrat, şair (Anadolu Şairi)
Uşak’tan başlayan yaşam yolculuğu , babasının ve kendisinin mesleği nedeniyle hem çocukluğu hem yaşamı Anadolu, Rumeli ve Suriye’de geçer.
Bu göçer yaşam; şairi ilmek ilmek örerek besler, büyütür ve olgunlaştırır.
Köy hayatı, Anadolu’nun çağlayanları, portakal ve limon ağaçları, çamları, geçit vermeyen dağları…
Şiirlerini köy odalarında, dağ başlarında, çam ve meşe diplerinde yazar.
Antalya’da Manavgat Irmağı, portakal limon bahçeleri; Uşak’ta halıcı kızları, Ege’de tütün işçileri; Erzincan, Tunceli yöresinde Munzur Dağı; Çoruh’un azgın suları, Kütahya’da çiniler, Artvin’de denize geçit vermeyen dağlarını anlattığı şiirleriyle sanatçı sanki şiirlerle bir Türkiye haritası çizer.
Simge ve betimlemelerle hayalin ön planda olduğu Anadolu’dan değişik canlı görünümler çizer.
Neyi anlatırsa anlatsın, şiirin bu topraklardan bir ses ve öz taşıması gerektiğini söyleyerek şiirlerinde Anadolu coğrafyasını gözler önüne serer ve haklı olarak ANADOLU ŞAİRİ unvanını ona getirir.
Önce Faruk Nafiz Çamlıbel, Orhan Seyfi Orhon gibi hece geleneğiyle eserlerini verirken daha sonra izlenimci, simgeci üslubuyla çağdaş Fransız şiirinin özellikleriyle yoluna devam eder.
Ahmet Kutsi Tecer gibi bazı şiirleri bestelenmiştir.
Yıldızların Altında, Eğilmez Başın Gibi, Kapıldım Gidiyorum şiirleri Kaptanzade Ali Rıza Bey ve Cevdet Çağla tarafından bestelenir.
Benim gönlüm sarhoştur
Yıldızların altında
Sevişmek ah ne hoştur
Yıldızların altında
Mavi nurdan bir ırmak
Gölgede bir salıncak
Bir de ikimiz kalsak
Yıldızların altında
Bu şiirin hikayesi ise şöyledir;
Şairimiz Manavgat’ta kaymakamlık yaptığı sırada bu şiiri yazar, şiirde geçen “Mavi nurdan ırmak” dizesi Manavgat Irmağı’nı betimlemektedir.
Bedrettin Uşaklı sevgilisiyle her zaman Manavgat Irmağı’nın kenarında buluşur, bir mavi nur olan ırmağın kenarında,yıldızların altında buse günah değilmiş şaire göre.
Bu şiiri ve şarkıyı bilenler için Manavgat Irmağı özel bir anlam taşır ve aşıklar bu geleneği devam ettirerek ırmak kenarında sevdiklerine bir buse kondururlarmış.
Kapıldım gidiyorum bahtımın rüzgarına
Ey ufuklar diyorum, yolculuk var yarına
Ayrılık görünmüşken yar tutmuyor elimden
Misafirim bugün ben gurbet akşamlarına.
Melahat Gülses ve Müzeyyen Senar’dan dinlediğimiz bu şarkı bizi alır, götürür gurbet akşamlarına…
Bazen de dağlar yoldaşı olan Anadolu Efeleri gelir, oturur karşımıza şairin kaleminden ya da eğilmez başları güneşten yanmış tenleriyle zafer kazanarak oynayan Yörük Ali gibi efeler, zeybekler…
Gururlandırır bizi dik duruşları efelerin, zeybeklerin… Mücadeleci, asi, özgür siluetleriyle…
Eğilmez başın gibi
Gökler bulutlu efem…
Dağlar yoldaşın gibi
Sana ne mutlu efem!
Doğa, gurbet, ölüm, özlem, deniz şiirlerinin ana temasıdır. Özellikle eşini ve kızını kaybedince yazdığı SARI KIZ MERMERLERİ yürek burkar. Şair, hüznünü şiire döker. Bu şiir kitabını kızına ithaf eder.
Ömer Bedrettin Uşaklı denize tutkundur. Anadolu’nun iç kesimlerinde görevliyken denize özlemini şiirlerinde dile getirir, özlem duygusuyla tutuşur, denize ait simgeler köpükler, deniz fenerleri, deniz kokusu şiirlerinde birer birer sıralanır.,
DENİZ SARHOŞLARI
Köpükten omuzlar birbirine dayanmış
Yüksek, mağrur bakışları
Akşam rengiyle yanmış, sahile koşuyorlar,
Bak deniz sarhoşları…
OZAN ARİF
Öğretmen, şair, şarkı sözü yazarı, bestekar, halk ozanı…
AHA GELDİM GİDİYORUM
Yalan dünya işte senden,
A ha geldim gidiyorum
Kalanlara selam benden
A ha geldim gidiyorum
Aşık geleneğinin günümüzde yaşayan güçlü şairlerinden Ozan Arif, hakkındaki siyasi polemiklere rağmen bu yurdun evladı olarak ülkesi için bütünsel söylemleriyle dikkat çeker.
Biri dişli, biri çarktır
Aynı millet aynı ırktır
Alevi Türk, Sünni Türk’tür,
Çerkez, Kürd’ün aşığıyım
Her yıl Konya’da düzenlenen Aşıklar Bayramı’nda değişik dallarda üst üste birincilikler alır. Ülkenin siyasi dalgalanmaları içerisinde on bir yıl Türkiye’den ayrı kalmak zorunda kalır. Bu süreçte Almanya’da yaşar. Sıla hasreti, gurbet duygusu yüreğinden kalemine dökülür, sazında ses bulur.
ACI GURBET
Çilelerim köprü oldu Tuna’ya
Dilimden anlamaz, kulun Almanya
Döneceğim günü saya saya
Ömrümü tüketti yılın Almanya
GURBET AKŞAMLARI
Hiç istemem yine gelir/Çatar gurbet akşamları/Yüreğine hançer olur/Batar gurbet akşamları
Toplumun eksikliklerini, sorunlarını, beklentilerini yine en iyi halkın içinden çıkan sanatçı dillendirecektir. Çünkü sanatçı pervasızdır, korkusuzdur, kaleminin sınırlarını kendisi çizer. Sanatın ve sanatçının fıtratıdır bu.
Ozan Arif söyler, bakalım ne söyler;
BOZULMUŞ
On bir yıl sonra gördüm yurdumu,
Toprağı bozulmuş taşı bozulmuş
Açamadım kimselere derdimi
Halkın yüzde yetmiş beşi bozulmuş
Edirne’den Van’a, Van’dan Mersin’e
Muğla’sından başla, yürü Kars’ına
Kapılmayan yoktur para hırsına
İzmir’i, Konya’sı, Muş’u bozulmuş
Mart ayında görüşmek üzere… Sevgilerle…