Eylül hüzünlendirir…
Ekim üşütür…
Kasımda aşk başkadır…
Hepsi laf işte!
Bahar gelmişse yüreğine,
Çiçekler açar Aralığın beşinde.
Kalmışsa yüreğin zemheride…
Kar yağar Ağustos’
Kasım ayından sevgilerle…
Birbirinden değerli, üretken, sanata yön vermiş, kasım ayında yitirdiğimiz sanatçılarımızı anıyor; yıldızlar yoldaşları olsun, diyoruz.
Celal Sahir Erozan, 1935 (şair)
Sadri Ertem, 1943 (yazar)
Orhan Veli Kanık, 1950 (şair)
Aka Gündüz, 1958 (yazar)
Faruk Nafiz Çamlıbel, 1943 (şair)
Sevgi Sosyal, 1976 (yazar)
Nevzat Üstün, 1979 (şair, yazar)
İlhan Erdost, 1980 (yayıncı)
Enver Gökçe, 1981 (şair)
Suat Taşer, 1982 (şair)
Ümit Yaşar Oğuzcan, 1984 (şair)
Kerim Korcan, 1990 (yazar)
Aziz Çalışlar 1995 (yazar, eleştirmen)
Tahir Özçelik 1995 (yazar)
Fahri Erdinç 1998 (yazar)
Yahya Kemal Beyatlı 1998 (yazar)
Melih Cevdet Anday 2002 (şair, yazar)
Cahit Uçuk 2004 (yazar)
Gülten Akın 2015 (yazar, şair)
Ressamlar; Neşet Günal, Günay Sagun, Münir Fehim Özarman, Eşref Üren
Heykeltıraş; Yavuz Görey
Müzisyen; Lemi Atlı, Abdullah Yüce, Necip Celal, Bülent Arel, Ahmet Timur Selçuk
Gazeteci; Burhan Felek, Hasan Pulur, Mete Akyol, Altan Aşar, Yavuz Gökmen, Leyla Umar,
Oyuncu, Yönetmen; İsmail Dümbüllü, Sami Ayanoğlu, Erol Taş, Esin Afşar, Nejat Uygur, Yılsız Kenter, Gönül Ülkü Özcan, Lütfi Akad, Saadettin Erbil, Yılmaz Zafer Vasfi Rıza Zobu, Macit Flordun, Kerem Yılmazer, Ahmet Uluçay.
Kasım, ülkemiz için hüzündür, burukluktur.
Kurtuluş ve Bağımsızlığımızın Önderi, Ebedi Başkomutanımız Cumhuriyetimizin Mimarı Gazi Mustafa Kemal Atatürk ebediyete 10 Kasım 1938’de intikal etmişti. Onu saygı ve özlemle anıyoruz. Her kasımda hüzünle beraber onun ilkelerine daha sıkı sarılıyor, ilkeleriyle yenilerek, çoğalarak büyüyoruz.
ORHAN VELİ KANIK (Garip, Vazgeçemediğim, Destan Gibi)
Ne atom bombası,
Ne Londra Konferansı,
Bir elinde ayna,
Umurunda mı Dünya!
Türk edebiyatının mihenk taşlarından birisidir. Türk şiirinin dümenini çevirerek radikal bir değişimle onu özgürlüğe kavuşturan üç sanatçımızdan biridir. Şiire ait bütün kalıpları kırmıştır. Sade, samimi ve yalın bir dille de güzel şiirler yazılabileceğini göstermiştir.
Şiiri; fildişi kulesinden indirerek sokağa taşıyan, herkesin kolayca ezberleyebildiği; yaşamın içinde herkesin olduğu yani “biz” olan şiirler haline getirendir.
Biz O. Veli’yi “Rakı şişesinde balık olsam ile/ Gökyüzünü maviye boyamasıyla/ Yırtılan denizleri dikmesiyle/Ceketiyle dertleşmesiyle/Horoz şekeriyle/Bedava yaşıyoruz Bedavasıyla/Cep delik cepken delikle” sevdik ve bu dizeleri dilimize pelesenk ettik. Ya İstanbul sevdası…
Gözlerimizi kapatarak bize İstanbul’u dinletti. İstanbul sokaklarını, tersanelerini, cıvıl cıvıl Mahmut Paşa’sını, serin serin Kapalı Çarşı’sını…
Ya da Boğaziçi’nde Rumeli Hisarı’na oturtup kederli kederli Edalısı’na sitemini anlattı bizlere…
MELİH CEVDET ANDAY (Rahatı Kaçan Ağaç, Kolları Bağlı Odysseus )
“Şiiri olsa olsa Tanrılara benzetebiliriz, Tanrılar ezeli ve ebedidir.”
“Şair simyacılıktır; nasıl ki simyacılar topraktan altın çıkarırlar, şairler de dilden altın çıkarırlar.”
YALAN
Ben güzel günlerin şairiyim,
Saadetinden alıyorum ilhamımı,
Kızlara çeyizlerden bahsediyorum,
Mahpuslara affı umumiden…
Çocuklara müjdeler veriyorum,
Babası cephede kalan çocuklara…
Fakat güç oluyor bu sefer işler,
Güç oluyor yalan söylemek.
Melih Cevdet Anday, Orhan Veli ve Oktay Rıfat ile Ankara’da lisede başlayan arkadaşlık ve sanat yolculukları T. edebiyatına I. Yeni ve Garip Akımı olarak damgasını vurur.
Şiire akılcı ve toplumcu bir nitelik kazandıran M. Cevdet, daha sonra Anadolu’da Eski Yunan Kültürü ile yaşadığımız tarihsel ve güncel koşullar arasında bir metafor kurmayı isteyerek eserlerinde Mitolojik unsurlara yer verir. (Kolları Bağlı Odysseus)
UNESCO’nun COURRİER dergisi 1971 yılında M. Cevdet Anday’ı Cervantes, Tolstoy düzeyinde bir edebiyat adamı olarak gördüğünü açıklar. Sanatçılığı evrensel bir nitelik kazanmıştır artık.
“Yazı İşçisi” diye nitelendirir kendisini M. Cevdet Anday, bir de onun Çetin Altan ile Paris Maceraları dillerde dolaşır.
Mine Kırıkkanat, Çetin Altan ve Melih Cevdet Anday Paris’te Hıfzı Topuz’un evinde kalmaktadır. Çetin Altan, M. Cevdet ile kavgaya tutuşur. Kavganın dozu artar ve artık ikisi de yerlerde alt alta üst üste boğuşmaktadır. Kıyasıya dövüşen bu iki erkeği Mine Kırıkkanat üzerlerine su dökerek ayırır ama su, onların üstüne kova ile mi yoksa tencereyle mi dökülmüştür bu polemiğin cevabı ise Mine Kırıkkanat’tadır.
ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN (Biraz Kül Biraz Duman, Mihriban’a Şiirler, Aşk Benim)
“Şiir ilham işidir. Zorlamayla şiir yazılmaz.”
“Şiir doğuştan gelen Tanrı vergisi bir yetenektir. Bu yeteneği geliştirmek için büyük bir çaba gerekir.”
Aşk, ayrılık ve özlem temalarıyla çoğalttığı şiirini 1973’te oğlu Vedat’ın intiharından sonra hayatın boşluğu, ölüm ve acı gibi konulara bırakır.
Faruk Nafiz Çamlıbel’den etkilenmiştir, Orhan Veli ve Cahit Sıtkı Tarancı’yı da zaman zaman şiirlerinde hissediyoruz.
Bir sabah evden çıktım,
Sokaklar ışıl ışıldı.
Dört yanım günlük güneşlik,
Gökyüzü inadına güzel,
Bu şehirde sen varsın.
Gökyüzü inadına mavi,
Yaşamak inadına güzel,
Bu şehirde sen varsın.
Bu şiirdeki “yaşam sevinci”; “Çayın rengi ne kadar güzel” dizesiyle O. Veli’de, “Her mihnet kabulüm yeterki gün eksilmesin penceremden” diyen C. Sıtkı Tarancı’da da karşımıza çıkar.
Baba Lütfi Bey’in şair olduğu ve F. Nafiz Çamlıbel’in tüm şiirlerini ezbere bilen bir annenin varolduğu bir aile ortamında dünyaya gelir. Hatta salonda F. Nafiz’in kocaman bir resmi asılıdır. Baba Lütfi Bey bu resim için “Bizim evin ikinci adamı” diye ironisi vardır zaman zaman.
Şiirlerle beslenip şiirlerle büyüyen Ümit Yaşar melankoliyi üzerinden atamaz. Bu melankolik karakteri nedeniyle sürekli intihara yeltenmesi ailesini ve özellikle oğlu Vedat’ı derinden etkiler ve oğlu Vedat 18 yaşında Galata Kulesi’nden atlayarak intihar eder. Bir rivayete göre Vedat’ın cansız bedeni yerde yatarken avucunda bir not bulunur; o notta “Baba öyle intihar edilmez, böyle intihar edilir.” Yazar. Bu not, melankolik babaya verilen en büyük cezadır.
ÜMİT YAŞAR’IN BESTELENMİŞ ŞİİRLERİ
Yollarımız artık burada ayrılıyor
Artık birbirimize iki yabancıyız ( Nilüfer / Timur Selçuk)
Sevdiğim dünyalar kadar/ Gel dese bir gün gel dese
Nesi var ömrüm nesi var/Vesvese hepsi vesvese (Nesrin Sipahi)
Bu kadar yürekten çağırma beni
Bir gece ansızın gelebilirim. (Yaşar Özel/ Rüştü Şardağ)
Ne zaman yıkılıp yere düştüysem,
Bırakıp gitti dost bildiklerim (Zeki Müren)
Kararmış tahta masamızda bir şişe şarap,
İspanyol Meyhanesi’nde bir kadın
Çığlık çığlığa şarkı söylüyor (Nükhet Duru/Timur Selçuk)
Biraz kül biraz duman,
O benim işte… (Müzeyyen Senar)
“Sevmek” insanı insan yapan duygudur. Sevgi, insanın özüdür. Sevdalar, tutkulu aşklar zaman zaman hepimizin yaşamında yer alır.
Ümit Yaşar’ın yaşamı aşk, aşkı da şiir gibiydi.
Bir nesle aşkı öğretmiş adamdı diye söylenir kendisi için.
Ben bu gönül tezgahında,
Aşkı dokudum da dokudum.
Erenlerin dergahında
Aşk okudum da okudum.
İlk eşi Özcan Hanım, ikinci eşi ise Ulufer Hanım’dır. Platonik aşklara da inanan Ümit Yaşar’ın şiirlerinde Ayten ve Mihriban isimlerine de rastlarız. Bunların kim oldukları bilinmiyor fakat aşk kokan dizelerinden isimlerini biliyoruz sadece.
MİLYON KERE AYTEN
Şarkılar söylüyorum
Şiirler yazıyorum Ayten üstüne
Saatim her zaman Ayten’i beş geçiyor.
Ne yana baksam gördüğüm o,
Gözümü yumsam aklımdan Ayten geçiyor.
Ümit Yaşar Oğuzcan’ın şiirlerinde en önemli unsur Hicivdir. Başarılı bir hiciv şairidir. Yergilerini pervasızca yapar.
SADRAZAMIN SOL KULAĞI
Sadrazamın sol kulağı kaşınır
Kaşınır da kaşınır
Sadrazam da uzun uzun düşünür
Düşünür de düşünür
Sadrazamın işi düşünmek
Kulağın işi kaşınmak
Oysa bizde işler tersine
Sadrazam kaşınır
Kulak düşünür!
SADRAZAMIN KAVUĞU
Sadrazam Efendimiz’in kavuğu
Halkın derdini dinler her sabah mabeyinde
El pençe divan durup ağlaşırlar
Fukara Ali’ler
Dert küpü olmuş Veli’ler
Hasan’lar, Hüseyin’ler
Onbinler, Yirmibinler,
Velhasıl mabeyinde her sabah
Halk inler
Kavuk dinler.
KİR VEYA SADRAZAM HAMAMDA
Günlerden bir gün
Hamama gideceği tuttu,
Sadrazam hazretlerinin.
Bir yanında birinci veziri
Bir yanında ikinci veziri
Bir yanında üçüncü veziri…
Sonra efendime söyleyeyim,
Peşkircibaşısı
Nalıncıbaşısı
Sabuncubaşısı
Velhasıl tam dört yüz kişilik kafile
Peştamal takıp girdiler hamama
Geçtiler kurnanın başına
Üçer beşer…
Sadrazam deseniz
Kuruldu göbektaşına
Yan geldi yattı
Memleketin en ünlü tellakları
Sardılar dört yanını
Kimi elini kaptı, kimi bacağını
Bir keseleme, bir sürtme faslıdır başladı.
Tam on iki saat
On iki ünlü tellak,
İncitmeden keselediler
Hazretin mübarek vücudunu
Öylesine kir çıktı ki sormayın
Her biri nah bir parmak gibi…
Aman efendim bu ne kiri
Demeye kalmadı,
Keselerin altında eriyip gitti
Koskoca sadrazam…
Bütün maiyet erkanı yerinden fırladı:
Nittünuz devletliyi
Dediler tellaklara
Tellaklar cevap verdi:
Biz yıkadık, keseledik
Devletlinin kirden ibaret olduğunu bilemedik
Suç bizde değil
Neyleyelim,
Kir bitti, Sadrazam elden gitti”
Aralık ayında buluşmak üzere… Sevgilerle…