Anasayfa
Devlet ve vatandaş
Fatih Mehmet Moray
30 Ekim 2020

Dünya siyasi tarihi incelendiğin de devletlerin kurulduğu, devletlerin yıkıldığı görülür. Devlet yönetimleri şöyle ya da böyle olmuş, bunun hiçbir önemi olamaz. Önemli olan devletlerin kurulması ve yıkılmasıdır. Bu olgu ulusların tarihi dönüm noktalarını oluşturur. Devletleri kuran halklardır. Yıkanlar ise Mevcut siyasal erklerin yanı sıra çeşitli çıkar   çevreleri ile şu ya da bu şekilde işbirliği yapan iç ve dış çevrelerdir. Görünen o ki! Halklar devletleri kurarlar, ama yıkmazlar. Devletlerin yıkanlar, ya da yıkılmasına neden olanların başında halkların kendisine güven duydukları siyasal yönetimler gelir. Bizim de tarihimizde ki dönüm noktalarından biridir 29.10.1923 tarihi. Bu tarih, soysuzlaşan, halkı uyutarak onu unutan iş birlikçi siyasal iktidarlara karşı verilen anti kapitalist ve anti emperyalist mücadelelerin tarihidir.  Türkiye Cumhuriyetini bizlere Armağan eden başta Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları, on binlerce isimsiz kahramanları saygıyla anıyor ve 97. Yılını kutladığımız Cumhuriyetimizin sonsuza dek yaşaması dileği ile ulusumuzun ve Şişli halkının Cumhuriyet bayramlarını kutluyorum. Bu durumu Mustafa kemal Atatürk Gençliğe seslenerek şöyle diyor nutukta: “Memleketin dahilinde iktidara sahip olanlar gaflet ve dalalet ve hatta ihanet için de bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri kendi siyasi emellerini müstevlilerin siyasi çıkarlarıyla tevhit edebilirler.” Görüldüğü gibi halk devlet yıkmaz, devlet kurar. Kalıcı olan halktır. Osmanlı imparatorluğunu yok eden de halk değildir. Çeşitli ekonomik, politik, askeri çıkar çevreleri ile monarklar, ya da halkın oyu ile iktidara “demokratik” yoldan gelenler yıkar devletleri. Çünkü halk seçtiği siyasal erke güvenir. Bu güveni şu ya da bu şekilde kullanmak siyasal erklerin ellerindedir.

Böyle diyor özetle Jean Jacoues Rousseau Vedat Günyol’un Türkçeye çevirdiği Toplum Sözleşmesinde. Türk halkı da bütün olumsuz koşullara karşın Mustafa Kemal’in önderliğinde ve ona duyduğu güvenle Laik, Demokratik, Sosyal Hukuk Devletinin temellerini atmışlardır. Mustafa Kemal 1933 yılında verdiği bir söylevinde kısaca bu durumu şöyle özetleyecektir: “Bahtiyarım ki! Bu güne kadar milletimize verdiğimiz sözlerde her hangi bir isabetsizliğe uğramadık.” Hamdullah Suphi Tanrıöver: (dağyolu) Sıradan bir vatandaşın yapacağı her hangi bir yanlış kendisini bağlar, ama devle kuranların, yönetenlerin ve yönetecek olanların yapacakları yanlışlar koskoca bir ulusu bağlar. Hiç kuşkusuz bu gün bir takım nedenlerle öyle veya böyle Devletin kurumları ile bir çatışmaya girilmiş, devlet kurumları yıpratılmış,  devlette liyakât ilkesi hiçe sayılmıştır. Öyle ki bir alt mahkeme anayasa mahkemesine kafa tutarak; verilen kararları uygulamak yerine  ben seni tanımıyorum, diyebilecek bir konuma getirilmiştir. Oysa Amerika birleşik devletlerinde kurulduğu günden günümüze (1776) anayasa mahkemesi kararları en acımasız bir şekilde eleştirilmiş, ama hiçbir kişi ve kuruluş kendisini Amerikan Anayasa mahkemesinin üzerinde görmemiştir ve yüksek mahkeme kararlarını uygulaya gelmiştir. Prof. Dr. Ayferi Göze: (siyasal yönetimler) Öte yandan böylesine vaftiz edilen vatandaşlar karşısında devlet ve devletin kurumları kutsanmamıştır. Cumhuriyet’in temel değerleri ve nitelikleri arasında onun sosyal devlet olma ilkesi vardır. Sosyal devlet ilkesi, devlet ve devletin kurumları karşısında vatandaşı üstün tutar. Oysa bu gün ülkemizde tam tersini üzülerek görmekteyiz. Yani Vatandaş karşısında devlet kurumları kutsanır duruma getirilmiştir. Devlet kurumları karşısında vatandaş çaresiz bırakılmıştır. Bu ise Cumhuriyetin kuruluş ilkeleriyle bağdaşmaz.

   ***

Geçtiğimiz günlerde sağlık nedenleri ile bir Eczaneye girdim. Sosyal mesafe kurallarına uygun bir şekil de sıramın gelmesini beklemeye başladım. Benden önceki emekli vatandaşa bir miktar artı ödeme çıktı. Emekli vatandaş bu paranın ne olduğunu sordu. Eczacı da ilgili miktarın katkı payı olduğunu söyleyince, emekli vatandaş kötü kötü söylenerek parasını ödedi ve çıkıp gitti. Sıra bana geldiğinde eczacının şaşkınlığı yüzünden okunuyordu. Eczacı: “sen okumuş adamsın bunları iyi bilirsin devlet büyüklerine söylenen bunca söze ne demeli” şeklinde bana sordu. Hemen arkamda bekleyen bir hasta yakını şu karşılığı verdi: “İmam bunu yaparsa, cemaatte şunu yapar.” Bu sözün anlamını uzunca bir süre düşündüm ve şu yargıya vardım: “Bu ülkede sizlerin, benim, ulus olarak hepimizin ödediği paralarla yetiştirilen bilim insanlarına, sanatçılarına” etkili ve yetkili ağızlarca küfür edilirse bununda bir karşılığı olmalıdır. İbni Haldun’a göre: “tarihin, olguların ve şeylerin iç ve dış anlamları” vardır. “iç olaylar gerçeği anlatan bilim insanları ve sanatçının işidir, dış olaylarda masal anlatıcının işidir.” İşte bu saf halkı, masal anlatıcıları kendi iktidarlarını koruyabilmek için olayların dışı ile ilgilenirler.