Sakın terk-i edebden kûy-ı mahbub-ı Hüdâdır bu
Nazargâh-ı ilâhidir Makâm-ı Mustafâdır bu
Murâat-ı edeb şartıyla gir Nâbî bu dergâha
Metâf-ı kudsiyândır büsegâh-ı enbiyâdır bu.
Divan şairlerimizden Tasavvuf eğitimi almış olan Peygamber aşığı Yusuf Nâbî, o döneminde hacca gitmek üzere bir kısım devlet erkanıyla birlikte yola çıkmıştır. Kafile Medine-i Münevvereye yaklaştıkları bir gecede son defa mola verdiler. Kısa süre için istirahata çekildiler.
Fakat Yusuf Nâbî'nin Hz. Peygamber’e bir an önce ulaşma özlemiyle gözüne uyku girmedi ve bu esnada kafiledeki bir devlet adamının, ayaklarını kıbleye doğru uzatarak uyuduğunu gördü Hz. Peygamber’in beldesinde, böyle bir hali bir türlü hazmedemeyen ve çok üzülen Yusuf Nâbî, içinden gelen bir ilhamla aşağıdaki kasideyi söyler:
(Ey Nâbi, bu dergâha edep kurallarına uyarak gir. Zira; burası meleklerin etrafında pervane gibi döndüğü, peygamberlerin hürmetle öptüğü mübarek bir makamdır.) Burası, Allah (c.c) ’ın sevgilisinin ebedî istirahatgâhının, türbesinin bulunduğu yerdir ve fazilet bakımından Cenâb-ı Hakk’ın arşının bile üstündedir.Bu toprağın ziyâsından, yokluğun karanlıkları ortadan kalktı. Bütün yaratılmışların görmeyen gözleri açıldı, çünkü bu toprak, gözlere şifa veren sürmedir.
Nâbî bu şiiri yolda yazar. Kafile şafak vakti Medine-i Münevvere’ye girdiğinde Ravza-i Mutahhara’ın minarelerinden yanık sesli müezzinler ezan-ı Muhammedi'den evvel Nâbi'nin, Sakın terk-i edebden kûy-ı mahbub-ı Hüdâdır bu Nazargâh-ı ilâhidir Makâm-ı Mustafâdır bu diye başlayan na'tını okuyorlardı.
Nâbî, dikkat eder, okunan kendi şiiridir. Hemen minarenin kapısına koşar. Nâbî, müezzine "okuduğu bu kasideyi nerden öğrendiğini sorar.
Müezzin şöyle cevap verir: “Bu gece rüyamda Efendimiz (s.a.v) ’i gördüm, bana dedi ki: Ümmetimden Nâbî adında biri benim hakkımda şu kasideyi yazdı, sabah ezanından evvel bunu okumamı söyledi. Ben de rüyamda Efendimizden öğrendiğim beyitleri aynen okudum."
Yusuf Nabi'nin bu nağmeleri efendimizin emriyle, Ravza-i Mutahhara’ın minarelerinde okundu. Nâbî, sevincinden bayılıp düşer. Onun, bu iltifata, Hz. Peygamber’e duyduğu edep ve muhabbetten dolayı nâil olduğu bilinir.
Peygamberimiz Hazret-i Muhammed (as) her bakımdan üstün özelliklere sahiptir. Resulü Ekrem'e karşı görevlerimiz, ona inanmak, itaat etmek, onun izinden gitmek, onu sevmek ve selatü selam getirmektir. Tarihte Peygamberimiz Hazreti Muhammed (s.a.v.) kadar sevilen, bir başka insan yaşamamıştır. Ona olan sevginin gerçek manasını ve sınırlarını anlayabilmek için, onun hayatını okuyarak hafızalarımıza nakşetmek ve onun her yönünü kendi hayatımıza model almamız gerekiyor.
Peygamberimiz ahlakta, şefkatte, tevazuda, yetimlere, kadınlara, çocuklara, hayvanlara karşı merhamette mükemmel bir model ve örnekti.
O’nun hayası başkalarının kusur ve ayıplarını hatırlatmaya ve söylemeye izin vermezdi. Merhamet ve şefkat o’nun yüce şahsiyetinin bir aynası mesabesindedir.
Efendimiz tevazu ve alçakgönüllülüğün en makbulünü ve erişilmesi mümkün olmayanı yaşamıştır. İnsanlar içinde hiçbir şekilde peygamberlik imtiyazını kullanmamış, kendisini üstün görmemiştir
Peygamberimiz peygamberliğinden öncede, sonra da insanların en halimi ve en yumuşak huylusu idi. O şahsına yapılan kötülüklerden dolayı hiçbir şekilde intikam almayı düşünmezdi. Peygamberimizin şefkat ve merhametinde en çok istifade edenlerin başında köleler gelir. Efendimiz bu insanları hürriyete kavuşmaları için çaba göstermiştir. Cahiliyet döneminde maalesef kadınların durumları kötüydü.“Cennet anaların ayakları altındadır” buyurarak onlara yüce bir değer ve önem verilmesinin gerektiğini ilan etti.
Karşısındakine bütün vücuduyla dönerek konuşur ve muhatabı yüzünü çevirmedikçe Hz. Peygamber de çevirmezdi. İnsanlara güzel söz söyler, güler yüz gösterirdi. Ağzından çirkin bir söz çıkmazdı.
Cihad, sonra en hayırlı ibadetten sukut olduğunu bildirirdi. Son derece vakar ve izzet sahibiydi. Şecaat ve cesareti, sabrı, misafirperverliği, ticari ahlakı, şükrü ve cömertliği yine üstün olan güzel ahlakları arasındaydı.
Resullullah (as)’a duyulan sevginin en büyük alameti, onun getirdiği bütün her şeye kayıtsız şartsız iman etmek ve onun sünnetini yaşama arzusu ve gayreti içinde olmaktır.
İnsanlığın çok büyük buhranlar yaşadığı bir dönemde akıllara, kalplere, ruhlara hitap ederek; bütün dünyaya huzurun, barışın, kardeşliğin ve güzel ahlâkın egemen olacağı manevi bir ortamı tebliğ eden sevgili peygamberimiz; gerek hayat tarzı, gerekse söz ve düşünceleriyle insanlığın yolunu aydınlatmıştır.
Bu gün Peygamber Efendimizin (SAV) alemleri teşrifinin yıl dönümü olan Mevlid Kandili’ne ulaşmanın mutluluğunu yaşıyoruz. Toplum olarak büyük değer verdiğimiz mübarek gecelerde, ülke ve millet olarak birlik ve beraberliğimizin devamı için daha fazla dua etmeli, bu güzel gecenin önemini iyi değerlendirmeliyiz. Mevlid Kandili, O’nun kutlu hayatını ve dinimizin mübarek öğretilerini bir kez daha idrak etmek, nefsimiz hakkında tefekkür etmek için hepimiz adına bir fırsat olmalıdır.
Bu vesile ile ruhu aşk ve muhabbet ile mühürlenmiş, kalbi kutsi dava ile sevdalı, sinesi heyecan, coşku tufanı şükür ve sabır ile örülmüş siz değerli dostlarım, hepimizin kandili mübarek olsun.