Dünyada eşsiz bir destan olan, 30 Ağustos zaferi, Atatürk’ün askeri dehası ve öngörüsü ile planlanmış, bir sürecin sonucudur.
Yayılmacı devletler tarafından işgal edilen ülkem, Paris Barış Konferansında, Milletler Cemiyeti Sözleşmesi (28 Haziran 1919) ile mandater yönetime(Vesayet Yönetimi) zorlanıyordu. Kabul edilemezdi. Tam Bağımsız Türkiye’nin temellerini oluşturan, ilk kuruluş belgesi olan, Amasya Tamimi(Amasya Genelgesi) Atatürk ve arkadaşları tarafından hazırlandı. Onaylandı. (22 Haziran 1919)
Atatürk, Genelgenin Anadolu’nun en ücra köşelerine kadar yayılmasını istedi. Anadolu Ajansı kuruldu (6 Nisan 1920). Telgraf hatları kontrol altına alındı. Basın cephesinin kahramanı AA, Milli Mücadele’nin içeride ve dışarıda sesi oldu. Genelgenin en önemlisi “Milletin istiklalini, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır” maddesiydi. Milleti arkasına aldı. Kuruluş ve kurtuluş sürecini başlattı.
Memleketin dört bir yanında kurulan Milli Mücadele Cepheleri desteğiyle, Sakarya Meydan Savaşı (23 Ağustos-13 Eylül 1921) zaferle sonuçlandı. Batı Cephesinde, Büyük Taarruz için beklenmeliydi. Asker güçlenmeli, gizlilikle yürütülen planlar milletinin desteğiyle uygulanmalıydı. Ordu istihkâmı ve beslenmesi düşünüldüğünde, buğday hasadının olduğu aylar uygun bir zamandı. Bekleme sürecinde, göllerden balık tutuldu. Süvari atlarının yiyecek ihtiyacı vb. hazırlıklar yapıldı. İşgalci devletler ise Batı Cephesinde, günümüzde olduğu gibi, Yunan Ordusunu öne sürdü.
Atatürk “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri! “ diyerek savaşı başlattı ve düşmanı Akdeniz’e döktü (Ege, Akdeniz’in kuzeye doğru uzantısıdır.) Ülkenin her cephesinde, işgalcilerle mücadele eden kadınlarımız; İlk defa rütbeli asker olarak cephede savaştı. Cephe gerisinde İstihbaratta, İletişimde, yaralıların bakımı, cephane imalathaneleri, dikim evlerinde çalışmak, vatansever çetelere katılmak, köylerinde örgütlenerek, askerlerin iç giyimi, cepheye giden askerlerin doyurulması, cephanenin nakledilmesi vb. görevlerde erkeklerle birlikte, ölümüne savaşan kadınlarımızın birçoğu, şehit ve gazi oldu. Tarihte, Türk Kadınları; Cesareti ve kahramanlıkları ile dünyada benzeri olmayan bir destanın kahramanları oldular. Türkiye’nin Bağımsızlık Zaferi; Tek adamın değil, yüzyılın dâhisi Atatürk ve Milletin birlikteliği idi.
***
Günümüzde, Pandemi ortalığı kasıp kavurmakta.Oysa, İnsanlığı daha büyük felaketler zinciri bekliyor. İklim Değişikliği. Dünyanın milyonlarca yılda, canlıların nefesini temizlemek için, kendi içine özümseyerek biriktirdiği Karbon, yeryüzüne tekrar çıkarılıyor.Bu fosilleri, doğal olmayan ürünlere dönüştüren, enerji kaynağı olarak çılgınca kullanan, açgözlü, saldırgan insanoğlu, Dünya’yı pes ettiriyor. Yetmiyor. Karbonu emerek yardımcı olan tüm elemanlarını da yok ediyor. Ormanları, Su kaynaklarını, teknoloji adına hovardaca kullanıyor ve yok ediyor. Canlıların yaşam zincirini kırarak doğal dengeyi bozuyor. En büyük karbon emici olan okyanusları kirleterek içindeki zararlı canlıları çoğaltıyor. Liste sınırsız.
Küresel ısınmadan en çok etkilenecek olan yerler, Akdeniz İklimi ülkeleri. Kuraklaşacak olan bu ülkeler uyum sağlayamaz ise, yüksek enlemlere doğru büyük göçler başlayacak. Börtü böcek istilası da, alışık olmayan ülkelere, sıtma gibi salgınları da beraberinde götürecek. Kontrol edilemez şekilde başlayan toplu göçler, ülkeler arası siyasi sorunları da çözümsüz hale getirecek.
Türkiye’de kuraklık, etkisini göstermeye başladı bile. Kurak yerlerde, rüzgâr, fırtına ve zamanı belirsiz seller, en etkin doğa gücüdür. Temiz suya ulaşım, sel felaketleri, tarım ürünlerinde kıtlık, kuraklık ve rüzgârın getirdiği yangınlar! Ülkemin geleceği için çok önemli. Devlet acil önlemler almalı ve özel bakanlık kurmalı. İktidara soyunan siyasi partiler ve iktidarın, küresel felaketlerle ilgili projeleri programlarının birinci sırada olmalıdır. Kuraklık iyi yönetilmezse, deprem öncesi, sonrası önlemleri gibi lafta kalırsa, felaketin büyüğü kapıda. Dövünecek diz, sığınacak yer bulamayız. Geleceğimiz sözkonusu.
Benden sonra tufan diyen, dünya ekonomisini yönlendiren güçlerin de, iklim umurunda değil. Burnumuzun dibinde, Doğu Akdeniz curcunasının nedeni; Uluslararası enerji dağılımı ve ticaret yollarının yeniden yapılanması. Sadece fosil yakıtların paylaşımı değil. Kaldı ki! Çıkacak cevhere en ihtiyacı olan ülke Türkiye ve Yunanistan. İki NATO ülkesini kapıştırmaya çalışan Avrupa ülkeleri, özellikle Fransa, Kurtuluş Savaşında olduğu gibi, Yunanistan’ı öne sürüyor. Kapitalist Çin Emperyalizme soyunuyor. Son yıllarda, Ortadoğu’da, Latin Amerika’da, Afrika’da etkisini arttırınca, diğer emperyalistlerin Güç telaşı Başlıyor. Amaç, Doğu Akdeniz’de hâkimiyet kurabilir teorisiyle, Çin hedeflerini engellemek, deniz ayağını ve çıkış yollarını kontrol altında tutarak Asya’da boğmak. Herkes orada. Ama Filistin ve Türkiye safdışı! Coğrafi konumu nedeniyle; Ülkem, dünya’nın en stratejik yerinde bulunuyor. Akdeniz ve Egede, sahip olduğumuz ada ve kayaların işgali konusunda, uyarılara rağmen ihmalkârlık sıkıntı yaratsa da, haklarımızdan vazgeçmeyeceğiz. Yeter ki! Yöneten konumundaki herkes, siyaset üstü bir araya gelsin.
***
Siyaset; Hayatın her alanında var olan, idare etme sanatıdır. Uzlaşma ve mutabakat yoludur. Kişisel ihtiraslara açık oluşu, girdiği ortamın bozulmasına, zedelenmesine neden olabilir. Bu nedenle temel değerlerimizi, manevi değerlerimizi siyasetten uzak ve ayrı tutmalıyız. Üç Semavî dinde de görülüyor ki! Peygamberlerinin vefatıyla Dinde Siyaset başlamıştır.
Dünya, geçmişte ve ne yazık ki! günümüzde, mezhepleşme savaşları yüzünden binlerce insanını kaybetmiştir. Oysa kutsal Kitaplar, Yaradan tektir ve ibadetin yalnız O’na yapılacağını, O’ndan başkasına ibadet edilemeyeceğini belirtir. İslamiyet tarihinde, kutsal kitabımızın özüne dokunmadan, Allaha ulaşmanın yollarını, farklı pencerelerden bakarak, halka Kur-an ilmini sunan, aydınlatan, farklı tarikat cemiyetleri vardır. (Tarik=Yol, Tarikat=Yollar.) Ama zamanla birçoğu, tarikat saygınlığını kullanarak, ahlaki değerlerimizi altüst ederek, siyasete bulaşarak, çıkarlarına hizmet etmeye başladılar. Günümüzde devlet kurumlarının içine denetimsizce sızan, en önemli kurumlarında söz sahibi olan guruplar, devletimizi yıkmak cüretine bile kalkıştılar.
Milletimiz, devletinin koruyuculuğuna; Haksızlığa uğradığında sığınacağı tek yerin, devlet kucağı olduğunu düşünerek, güvenir. Bu nedenle, devletine “Devlet Baba” unvanını vermiştir.
Devlet Baba ve millete hizmet veren tüm kurum ve kuruluşlarda, yöneten konumunda olan her fert! Özellikle Adalet, Hukuk, Eğitim, Sağlık, Din ve Ahlak vb. kurumları siyasetten uzak tutmaya özen gösteriniz. Milletimizin Siyaset Arenasında, kamplaşmasına, parçalanarak bölünmesine izin vermeyiniz.
İşte o zaman, azim ve kararla, dünya’nın kirli siyasetine karşı, tek vücut olarak, Laik Türkiye Cumhuriyeti’nin Milleti olarak, arkanızda yer alır, kanımızın son damlasına kadar mücadele ederiz.