Anasayfa
Ulusal Onur
Mehmet Ataman
03 Temmuz 2020

Osmanlı'nın yaklaşık son üç yüz yılı duraklama ve gerileme dönemini kapsar.

Duraklamayı farklı tarihlerde başlatanlar varsa da genel görüş Karlofça'dır.

Bu üç yüz yılın son yüzylında Osmanlı'nın adı; Rusya ve Batı tarafından "Hasta Adam" olarak konulmuştur. Aslında bu hastayı öldürmeleri çok kolaydı ancak miras ne olacaktı? Paylaşımda görüş birliği oluşturamadıkları için Osmanlı'yı en az bir yüz yıl kadar hasta hasta yaşattılar.

Öyle bir yaşatma ki bazen bir kolunu, bazen bir bacağını keserek, kimi zamanda gözünü oyarak yaşattılar. Sadece 2.Abdulhamit zamanında toprak kaybımız bir milyon altı yüz bin kilometrekaredir.

Son iki yüz yılda Kırım (Batılılarla ittifak halinde) hariç, tek zaferimiz yoktur. Sürekli yenildik.

Pek çok topraklarımızı da hiç savaşmadan, birilerinin gözdağına boyun eğerek terk ettik. 

Bu durum, son iki yüz yılda Osmanlı'da Batı'ya karşı imrenme ve özenti geliştirdi. Kompleksler oluşturdu. Görkemli ve onurlu bir imparatorluğa mensubu olanlar, kendilerini batı karşısında yetersiz, aşağı ve eksik görmeye başladılar. Batının karşısında boyun eğer duruma düştüler.

Zaman zaman bu durumu tespit edip önlemler alanlar da vardı. Fakat güçleri yetmedi.

Her dönem bağnaz ve gerici unsurlar, yenileşme hareketlerini bastırdılar. Büyük ideallerle

iktidara gelen İttihat ve Terakki bu kompleksten çıkış amacıyla 20. yüzyılın başında Birinci Dünya Savaşı'na girdi ve yenildik. Savaş sonrası, "İmparatorluk" nihayet Sevr'le paylaşıldı.

Emperyalistler amaçlarına ulaştı. Kompleksli kullara bir de; umutsuz, bitmiş, onurunu yitirmişler eklendi.

Bu durumu kabullenmeyen bir kişi ve yanında bir avuç yurtsever vardı ki onların gözü karaydı.

"Ya bağımsızlık ya ölüm!" dediler ve yola çıktılar. Kimi okumuş yazmışların, kimi o günkü aydınların, kimi kanaat önderlerinin "delilik" diye adlandırdıkları bir mücadeleye giriştiler.

O günün bütün emperyalistlerinin ortaklaşa yaptıkları paylaşım haritasını yırttı attılar.

Tarihte örneği görülmemiş zor şartlardan bir zafer çıkardılar. Yepyeni bir Cumhuriyet kurdular.

O sönük, ezik kompleksli kullardan, onuru yüksek, kendine güvenli yurttaşlar yarattılar. "Yurtta barış, dünyada barış," dediler. Lozan'la bütün dünyaya kendilerini ve Cumhuriyetimizi kabul ettirdiler.

Hiç bir cephede iki şeyden ödün vermediler. Ekonomik bağımsızlık ve ulusal onur. O kadar ki Milletler Cemiyeti'ne üye olmak için bile başvurmadılar. Davet usulü ile üye olan tek ulus biz olduk.

O günün en çağdaş medeni yasası olan İsviçre Medeni Yasası'nı aldık. Bu durumu gören yurttaki azınlıklar

Lozan'da kendilerine tanınan azınlık haklarından vaz geçtiklerini bildiren dilekçeler verdiler. Yaklaşık

kırk kadar azınlık temsilcisi; "Biz artık eşit Türk yurttaşıyız," dediler. Böylece her ırk ve inançtan eşit yurttaşlar olduk. Yine o günkü Kürt ileri gelenlerden onlarca aşiret reisi, toplumun önderleri; "Biz kurucu unsuruz, ayrılıkçı hiç bir talebimiz yoktur," diyerek, ülkenin gerçek sahipleri oldukları hakkında Lozan Heyeti'ne mektuplar yazdılar. İngiltere'nin teşvikiyle kimi gruplar, ayrılıkçı taleplerle ortaya çıktıysa da halk onlara prim vermedi.

1930 ların dünyasında, Milletler Cemiyeti'ne (Bugünkü Birleşmş Milletler) üye olacak ulusların azınlık sorunlarını çözmüş olması gerekirdi. Sözleşmenin olmazsa olmazı olan bu durum, bizim davet edilmemizle, azınlık

sorunlarımızı çözdüğümüzün de kabulüydü.

Bu durum, aslında İstiklâl (bağımsızlık) Savaşın'nda yan yana olanların, sonsuza dek bir arada olacaklarının da resmi idi. Bütün bu gelişmeler, o yıllarda her kökenden ve her inançtan yurttaşımızın ulusal onurunun zirve yaptığı yıllardı. Bütün bunları sağlayan kurucu kadro ve Gazi Mustafa Kemal, ulusal onurumuzun yıldızları oldular. Halâ ışıkları üzerimizdedir.

Bizler Cumhuriyetimizin onurlu yurttaşlarıyız. Son yıllarda onları silmek isteyen ve adlarını unutturmak isteyenlerin çabaları boşunadır.

Sahte kahramanlar yaratarak gerçek kahramanların ışıklarını söndüremezsiniz. Siz bilmeseniz de tarih

kaydediyor, dünya biliyor. Her mazlum ulusun yurttaşlarının gönlünde bir Atatürk vardır.

UNESCO'nun tarihinde ölümünün üzerinden elli yıl geçmeden anılan lider yoktur. Bir tek istisna vardır ki o da Gazi Mustafa Kemal Atatürk'tür. Atatürk ölümünün yirmi beşinci yılında UNESCO tarafından anılan tek liderdir.

Devlet başkanı olarak hiç yurt dışı gezisi yapmayan ancak elliden fazla devlet başkanını aynı anda masasında

ağırlayan tek liderdir. Savaştığı ulusun devlet başkanı (Venizelos/1934) tarafından Nobel'e aday gösterilmiş

bir liderdir. Yaptığı devrimlerle Avrupa'daki pek çok ulustan önce kadın ve insan haklarını getiren bir liderdir.

İşte biz böyle bir lidere sahip olmanın ulusal onurunu taşıyoruz. Bizi, bu onuru yaşamaktan kimse alıkoyamaz.

Bu günlerde devletimizi temsil edenlerin "sevsek de sevmesek de" itilip kakılması bize dokunuyor.

Atatürk'ün torunları olarak ulusal onurumuza halel getirilmesini sindiremiyoruz. "Haddini bil! Senin için

çok şey yaptım. Akılı ol! Yoksa...!" diyenlere; "Hadi oradan! Sen de kim oluyorsun?" diyememenin sancısı yüreğimizdedir.

Bu sancıyı dindirecek olanlar gençlerdir. Gelecek onlarındır. Bizleri geçmiş onurlu günlere kavuşturacaklarına inancım tamdır.