“Deprem de vurdu , tutamadım elini, Uzak ta düştüm bulamadım yolunu, Olmayası deprem nerelere koydunuz Ümmü’mü, Suna boylumu?”
Dünyanın birçok yerinde doğal afetler meydana gelir, İnsanlar çaresizliklerini dizelere, notalara döker, ve o çaresizlikler şiir olur, roman olur, ezgi olur kuşaklardan kuşaklara aktarılarak sürüp gelir. Oysa, artık günümüz teknolojisiyle depremler korkulu bir rüya olmaktan çıkmıştır. Yıkıcı doğa olayları karşısında insanoğlu çaresiz değildir. Hatırlanacağı üzere Marmaray ve Avrasya geçitlerinin açılışı sırasında verilen söylemlerde her iki yapının da 9.5 şiddetinde yıkıcı bir depreme dayanacağı iddia ediliyordu. Bu söylemlere inanmak istiyoruz. Ama gelin görün ki madalyonun birde arka yüzü var. Ülkemizde, her hangi bir zamanda, her hangi bir yerde yıkıcı ve ölümle sonuçlanan bir depremin olma olasılığı %63’dür. Ortalamaya vurulduğunda her iki senede bir hasar ve ölümle sonuçlanan depremler meydana gelir. Yakın tarihimizin en yıkıcı depremlerinden 17.08.1999 Marmara depremi ve 12.11.1999 Düzce-Kaynaşlı depremleri hatırlanabilir. Bu depremlerde binlerce insanımızı yitirdik. Ardından 23.10.2011 Van depremi ve son olarak da 24.01.2020 Elazığ depremi meydana geldi. Öte yandan Japonya başta olmak üzere Şili gibi ülkelerde bizdeki depremlerden daha yıkıcı ve daha şiddetli depremler oluşur. Nerede ise hiçbir insanın burnu bile kanamadan atlatılır. Bir zamanlar Kütahya Gediz, Diyarbakır Çaldıran, Van Erciş, Muradiye depremlerinde ülkeyi yönetenler şöyle demeçler veriyorlardı. “Gidenleri geri getiremeyiz, ölenlere Allah’tan rahmet diliyoruz. Ama devlet yıkılanın yerine yenisini yapar.” Şimdilerde ise özetle şöyle diyorlar: “Hiçbir ülkede depremleri önceden bilmek mümkün değildir. Bizde bilemeyiz.” Günümüz etkili ve yetkili ağızlar böyle sesleniyorlar kamuoyuna, ve ekliyorlar. “Allaha teslim olunuz.” Benzeri sözleri 18. Yüzyılın ortalarında İtalya’da meydana gelen depremde Vatikan yöneticileri de söylüyorlardı. Karşıt görüş gecikmeden geldi: “Neden hep yoksulların evleri yıkılıyor? Tanrı yalnızca yoksulları mı cezalandırıyor?” Bir başka örnekte İran’dan verelim: 2000’li yılların hemen başında meydana gelen depremde İran’ın dini liderleri olarak şöyle diyorlardı: “kendinize geliniz, bu sizlere Allahın bir azabıdır, i+şlediğiniz günahlar karşısında Allah sizleri cezalandırıyor.” Allah-allaaaah! Allah yalnızca yoksulları mı cezalandırıyor? Ülkemize gelince: Bizde de soru soranları Ahlaksız olarak nitelendiriyorlar. Devletin polisi ifadesini alıyor, Devletin savcısı dava açıyor, Devletin hakimi de yargılayarak karar veriyor. O halde bizde ahlaksızlık yapalım mı? Ne dersiniz? Battı balık yan gider hadi gelin bizde ahlaksızlık yapalım. Mademki 9.5 şiddetinde depremlere dayanacak tüp geçitler, köprüler yapıyorsunuz! Neden bu teknolojiyi yaşamsal öneme sahip konutlar için kullanmıyorsunuz? Van’da Bayram otel, Elazığ’da Mavi göl ve dilek apartmanlarında canlarımız yitip gitti sizler öncesinde nerelerdeydiniz? İstanbul’un kartal ilçesi başta olmak üzere birçok yerde binalar durduğu yerde yıkıldılar. Sizler neredeydiniz? Olası İstanbul depremiyle ilgili korkunç senaryolar ortaya atılıyor. Bu senaryolardan birini de İç İşleri Bakanı Sayın Soylu ifade etti: “İstanbul depremi 7.5 şiddetinde olabilir” Eğer gerçekten durum böyleyse şimdi ölen vatandaşlarımıza teslimiyetçi bir anlayışla mı yaklaşacağız? Hadi canım sende… Tedbir bu işin neresinde? Olası bir Marmara depremine karşın hangi önlemleri, ne zaman aldınız? Siz önlem aldınız da bizim haberimiz mi olmadı ne dersiniz? Sakın kaynak yok demeyin gülünç duruma düşersiniz. Deprem vergilerini, deprem sigortasını bir yana bırakalım onları zaten duble yollara harcadığınızı dönemin etkili ve yetkili ağızları açıkladılar. 20 yıldır ülkeyi sizlerin yönettiğini de söylemeyelim, 1994 yılından 2019 yılına kadar İstanbul’da sizlerin iktidar olduğunuzu da yazmayalım, ama bilim insanlarının yapmayın etmeyin diye çırpınmalarına karşın kanal İstanbul için kaynak yaratabiliyorsanız, kentsel dönüşüm için neden kaynak yaratmıyorsunuz? Bir ahlaksızlık daha yapıp bunları yazalım. Ülkemizin önceliği Ülke ekonomisinin can damarını oluşturan Marmara bölgesinin olası bir yıkıcı deprem karşısında korunması mı yoksa kanal İstanbul mu? Bizce ülke ekonomisinin beyni olan Marmara bölgesinin doğal afetlere karşı savunulması ve korunmasıdır. Kanal İstanbul çılgın projesine harcanacak paralarla Marmara bölgesinde Rantsal dönüşüme izin verilmeksizin ciddi bir Kentsel dönüşümle hem insanlarımız güvence altına alınır, hem de Türk ekonomisi ciddi bir hasar almaksızın kurtarıla bilir. Unutulmaması gereken bir nokta da Depremler İnsan öldürmez çarpık kentleşme ve çürük binalar insan öldürür. Geçmişte Fay zonu’nun yerinin değiştirilerek yasa çıkarıldığını hatırlatalım ve Bir gözlemimizi aktaralım. Depremler tarihi incelenecek olursa depremlerin ovalarda daha fazla yıkım yaptığı kolaylıkla görülebilir. İnanmayan varsa son depremleri şöylece bir analiz etsin. Yalıova, Gediz ovası, çaldıran ve son olarak Elazığ’ın Sivrice ilçesi… Bizim dışımızdaki ülkeler depremlerden ders çıkarmasını bilmişler ve ovaları tarımsal amaçlarla kullanmayı tercih etmişlerdir. Yalnızca Türkiye yöneticileri rantabl Davranmışlar ve ovaları yerleşime açmışlardır. Bu gerçeği Ankara’dan İstanbul’a gelirken Kaynaşlı’dan başlayarak düzce, Sakarya, Hendek, Kocaeli ve istanbul’da açık seçik görebilirsiniz.