Anasayfa
Koltuk Siyaseti
Fatih Mehmet Moray
11 Eylül 2019

Seçimler: Demokrasinin temel niteliklerinden, belki de en başta gelenidir. Halk, periyodik zaman dilimleri içerisinde geleceğini şekillendirecek yöneticilerini seçer.

Söz konusu yönetici adayları kimi zaman bağımsız, kimi zamanda kendi dünya görüşlerine uygun bir siyasi partiden aday olur. Bu vazgeçilmez bir haktır. Başka bir değişle özgürce seçim yapabilmenin bir göstergesidir. Yani dileyen dilediği siyasi partiden ya da bağımsız olarak aday olabilir. Önünde hiçbir hukuki engel yoktur.  Ancak, kimi kanaat önderleri de ”bir parti bulalım da üye olalım, hiçbir şey olmasak da başkan olalım mantığı ile hareket ederler. Türk siyasal tarihi bunun örnekleriyle doludur.

Ülkemiz tarihine bakıldığında ilk Parlemento seçimleri 1876 yılında Meşrutiyetin ilanı ile başlar. Ne var ki uzun ömürlü değildir. 1908 yılına kadar uzunca bir süre sayılabilecek bir ara verilir. İkinci Meşrutiyet dönemiyle Siyasal partiler tekrar gün ışığına çıkar. Gerek mütareke döneminde gerekse kurtuluş savaşı döneminde bazı siyasal fırkalar yaşamlarını sürdürmeye çalışırlarsa da bunların hemen hemen tamamına yakını tarih sahnesinden silineceklerdir. İttihat ve Terakki Fırkası da Cumhuriyet’in başlangıç  yıllarında kalıntıları silinip süpürülecektir. Cumhuriyet’in her ne kadar ilk yıllarında, çok partili siyasal yaşama geçme çalışmaları denenmişse de başarılı olunamamıştır. Çok partili siyasal yaşam için 1946 yılını beklemek gerekecektir.

14.05.1950 tarihinde yapılan bir seçimle siyasi iktidar el değiştirecektir. İşte o günden bu güne zaman-zaman kesintiye uğrasa da halk, seçimler aracılığı ile geleceğini şekillendirecek olan yöneticilerini seçer. Dünden bu güne siyasal çalışmalar ve seçim çalışmaları incelendiğinde bir geriye doğru gidişin olduğu gözlemlene bilir. Örneğin siyasal literatürümüze siyasal küfürler girmiştir. Konunun bir başka boyutu da seçim meydanlarında, kitle iletişim araçlarında,  ve benzeri yerlerde yapılan tartışmalarda halkın ihtiyaçlarından çok soyut kavramların tartışıldığı, halkın ihtiyaçlarının bilinçli bir şekilde göz ardı edildiği veya edilmeye çalışıldığı gözlenir. Demokrasimiz açısından bir başka tehdit ise Siyasal yaşamlarını nerede ise koltukla özdeşleşmiş kanaat önderlerinin varlığı teşkil eder. Bu ne yazık ki İkinci Meşrutiyet’in ilan edildiği 1908 yılından beri böyledir.  Sanki halkın kaderiymiş gibi demokrasinin kılıcı gibi başımızın üstünde döner durur. Ülke genelinden Şişli yereline dönecek olursak durumun pekte ülke gerçeklerinden farklı olmadığı dikkati çeker. “Tavuk mu yumurtadan çıkar, yumurtamı tavuktan çıkar” sorusu kadar gerçektir. Örneğin Siyasal yaşamı boyunca o partiden bu partiye, bu partiden o partiye geçerek koltuğunu korumaya çalışan veya yitirdiği koltuğu yeniden elde etme mücadelesi verenlerin sayıları azımsanamayacak kadar çoktur.  Bu şahsiyetler üyesi oldukları partiden ziyade kendilerini ön plana çıkarırlar. Burada hazır aklımıza gelmişken ifade edelim. Bu şahsiyetlerden bir tanesi de Sayın Mustafa Sarıgül dür. Yıllarca Kendi reklamını “Çare Sarıgül” sloganıyla Şişli ilçesinin dışına taşarak tüm ülke geneline yaya bilmiştir. Oysa çare siyasi liderler ya da kanaat önderleri değil, halkın ta kendisidir. Bu şahsiyet kendi siyasal yararını halkın yararı üzerinde tutarak kendisini Millet vekili ve hatta Meclis başkan yardımcısı yapan bir siyasi partiye bile sırtını dönecek kadar 90 derece döne bilme kabiliyetine sahiptir. Daha düne kadar: “genel başkanımdan selam getirdim” diyenler bu gün “Ak güvercin” uçurmaktan söz edebilmektedirler. Böylesi davranışları sergileyenlerin kendi malıymış gibi seçim kitapçığında “Görülmeyen Gazete”yi sahiplenmesini yadırgamamak gerekir.  Yalnızca koltuk uğruna siyasi parti değiştirmenin neresi etiktir. Bu gün bir siyasi partiden Şişli de Belediye Başkanı olanlar acaba neden geçmişte aynı partiden istifa ederek Yeni Türkiye Partisine geçmişlerdir?  CHP’nin eski Genel Başkanı Sayın Deniz Baykal ile girdiği başkanlık yarışında partiden ihraç edilen ve sonrasında yeni Genel Başkan Sayın Kemal  Kılıçdaroğlu tarafından partiye kabul edilen ve İstanbul Büyükşehir belediyesine adayı gösterilecek kadar kıymet verilen bir liderin sırf Şişli ilçesinden aday gösterilmedim diye parti değiştirenlerin bu tutum ve davranışları nasıl açıklanabilir? Acaba kamuoyunun bilmediği başka şeyler mi var? Açıklansa da bizlerde öğrensek. Burada şu kadarını söylemek daha doğru olacaktır: “Demokrasi kişiler için değil, halk için vardır.

 Şişli halkı bu gerçeği hem politikacılardan, hem de siyasi partilerden önce görüp değerlendirmesini bilmiştir. Bunun en somut örneği 7 Haziran seçimleri öncesinde yapılan ön seçim sonuçlarıdır.

Ne diyelim Allah herkese, bu arada bana da akıl-fikir nasip eylesin...