Anasayfa
GÖRME ENGELLİ İSMAİL ÇİMEN’İN BÜYÜK BAŞARISI
Prof. Dr. Süleyman Doğan
16 Eylül 2024

Gören göz müdür, yoksa kalp mi? Şöyle de sorabiliriz:

Gören göz müdür, yoksa gönül müdür?

Tıp dışında hiçbir alanda bu sorunun cevabı sadece “göz” değil şüphesiz. Görmeyi tıbbi olarak mekanik bir mekanizma çerçevesinde açıklanabilir.

İnsani anlamda görmek, elbette akıl ve vicdanın müşterek mesaisinin sonucudur.

Bu sebeple aşikârı görmeyenin ya da göremeyenin körlüğünü kalbinde aramak gerekmez mi?

İnsanı yaşarken öldüren en korkutucu kalp krizidir bu!

Gören eğer göz ise o halde gözler yumuk iken görülen ya da göze gelenler nedir?

Gören elbette göz değil, göz sadece bakar ve görüleni alır. Çünkü göz bir penceredir. Şu halde, gören göz değil kalptir, gönüldür.

Kalpte ve gönülde ne varsa göze görünen o şekle girer. Kâinatta olan her şeyin bir örneğine insanda rastlamak mümkündür. Merak eden kalbini yoklayabilir.

Sonsuzluğu içine alacak kadar geniş yaratılmış olan insan kalbi neleri içeriyor; hayallerimizi, fikirlerimizi, hafızamızı, sevgilerimizi, bütün hissiyatımızı ve daha kimbilir neleri…

İstanbul’a kaçış hikayesi

Doğuştan görme engeli olan İsmail Hakkı Çimen 1960 yılında Erzurum’un Çat ilçesinde dünyası geldi. Hafız ve bestekar İsmail Hakkı Çimen’in hayat hikayesi birkaç filme ve birkaç romana sığmayacak büyüklüktedir. 9 yaşında annesini ve babasını peşpeşe kaybettikten sonra, İstanbul'a gitmeyi kafasına koyar. Gecenin bir vakti, yorganının altına yastıkları koyan İsmail, gizlice pencereden kaçtı. Amacı kapıdan bakanların gece karanlığında onu yatakta sanmalarını sağlayıp tekrar eve getirmelerine engel olmaktı. Bir kamyonetin arkasında Erzurum’a ulaşan İsmail, parasız ve kimliksiz İstanbul’a gidemeyeceği için belediye başkanına çıktı. Yazdığı hikâye mükemmeldi. Kendisini İstanbul körler okulunda bir öğrenci olarak takdim etti. Sözde annesi hastalandığı için iki günlüğüne köyüne gelmişti ama otogarda parasını ve kimliğini çalmışlardı. Senaryoya inanan başkan İstanbul biletini ve bir miktar harçlığı cebine koydu...Ailesi büyük şehrin kardeşlerini yutacağı düşüncesi ile gitmesine karşı çıksalar da, bu nasihatleri dinlemeyen hafız İsmail, İstanbul'a kaçar.

İsmail Çimen o günleri şöyle anlatır: “Param yoktu ve İstanbul'a nasıl gidileceğini bilmiyordum. Daha 9 yaşımdayım. Bir gece Erzurum'a gitmekte olan bir kamyonete atladım. Otobüs terminaline geldim ve İstanbul'a gitmek istediğimi ama paramın olmadığını söyledim. Tabii nafile, parasız bilet vermediler. Bunun üzerine dönemin Erzurum Belediye Başkanı'nın yanına çıktım ve birtakım hikayeler anlatarak kendime bilet aldırdım.”

İstanbul’ Otogarı..

Otogara indiğinde, sadece adını bildiği Sultanahmet Camii’ni buldu. Kendine uygun bir kurs ararken kâh camide kâh parklarda yattı. Bu arada işportada su ve çorap sattı. Caminin imamı Gönenli Mehmet Efendi ona destek oldu, İsmail’e uygun kurs bulundu... 1972’de Koska Kıraathanesi’ne gitmeye başladı; ünlü sanatçıların sohbetlerini dinledi. İsmail Dümbüllü, Tanburi Muzaffer Özpınar, Uğur Böcekleri gibi isimler, içindeki musiki aşkını alevlendirdi. Gönenli Hoca’nın sayesinde Kur’an-ı Kerim bilgisini de ilerleten İsmail’in hedefi, bir camide müezzin olabilmekti. Ancak bunun için ilkokul diploması şarttı. Ankara Körler Okulu’na gitti. Üç ayda kabartma yazıyı öğrendi ve dışarıdan ilkokulu bitirdi.

Hafız İsmail Çimen, açılan sınavla 300 kişiyi geçip Beyazıt Camii’ne müezzin oldu. 1977’de göreve başlayan İsmail Hakkı Çimen’in ‘ney’le bu yıllarda tanıştı. Kubbealtı Vakfı’nda Ömer Erdoğdular ile tanıştı ve ondan ders aldı. Tasavvuf musikisi ve kültürü araştırmacısı Hacı Muzaffer Ozak’ın Sahaflar Çarşısı’ndaki dükkânında sohbetlere katılan Çimen, bir yandan da Karagümrük’teki Tasavvuf Musikisini Araştırma Vakfı’na devam etti; ney çalarken şarkı icra edemediği için uda başladı.

Müezzin İsmail 4 dil öğrenir

Merak ettiği her şeyi sorup dinleyerek öğrenen İsmail Hakkı Çimen’in İngilizce öğrenme isteğinin ortaya çıkışı da ilginç. “Türkçe bilen bir İngiliz arkadaşımla Süleymaniye Camii’nin bahçesindeydik. Bir turist kafilesini gezdiren rehber dikkatimi çekti. Arkadaşımdan rehberin anlattıklarını tercüme etmesini istedim. Tercümeyi duyunca kızgınlık ve hayret içinde kaldım. Türk rehber bu muhteşem eser hakkında inanılmaz bir hikâye uydurmuştu. Sözde, Kanuni, zevkine düşkün bir padişahmış. Aşık olduğu Fransız kadın ile beraber olmak isteyince kadın kendisi için görkemli bir saray yapmasını istemiş. Kanuni de binayı yaptırıp kadınla birlikte olmuş. Kanuni’den sonraki bir kaç padişahın daha kullandığı bu saray, padişahlar Topkapı Sarayı’nı tercih edip orada kalmaya başlayınca boş kalmasın diye camiye çevrilmiş... Sadece İngilizce bildiği için bir rehber tarihimizi böyle mi anlatmalıydı? O anda İngilizce öğrenip yabancılara kültürümüzü lâyıkıyla anlatmaya karar verdim.”

Çimen, turistlere doğru düzgün bilgi vermek için İngilizce öğrenmeye karar verir.  Kapı gezip kendisine İngilizce öğretecek bir kurs arar ama bulamaz. Görmeyenlere uygun bir eğitim sistemi yok, derler. Türkçe bilen İngiliz arkadaşı bir kez daha devreye girer ve birkaç yüz kelimeden oluşan basit cümleleri bir kasete kaydeder. Böylece İngilizce öğrenmeye başlayan İsmail Hakkı Bey, görevli olduğu camiyi gezmeye gelenlere tarih bilgilerini anlatırken bir anda kendini rehber olarak bulur. Tavsiye zinciri genişleyince Türk kültürü, tasavvuf ve tarihi mekânlarla ilgili bilgi almak isteyen pek çok grup tarafından aranan bir rehber haline gelir.

Devletin resmi konukları İstanbul’un tarihi mekânlarını gezerken kendisinden yardım istenir. İsrail eski Cumhurbaşkanı Ezer Weizmann’ın İstanbul gezisinde rehber, ABD eski Başkanı George Bush’un gezisinde ise tercüman olarak bulunur. Türkiye turu için ülkemize gelen grupların isteklerini kıramayarak İstanbul dışındaki illeri de gezdiren İsmail Hakkı Çimen’in görmemesi dezavantaj değil avantaj olmuş hep.

Beyazıt Camii'nde müezzinlik yapmayan başlayan Çimen, bir yandan da tasavvuf kültürü üzerine araştırmalar yapar. Bu arada İngilizce, İspanyolca, Portekizce ve Arapça da öğrenen Çimen, başta Amerika ve Avrupa ülkeleri olmak üzere, 80'e yakın ülkede Türk musikisi ve tasavvuf kültürü üzerine uygulamalı konferans ve seminerler verir. Norveç, Danimarka, İngiltere, Avusturya, İtalya, İspanya, Yunanistan gibi ülkelerden davetler alan Çimen, klasik Türk ve tasavvuf musikisi üzerine birçok üniversite ve akademide konferanslar verir.

Beyazıt Camiindeki müezzinlik yıllarında kültür ve sanat muhitinin önde gelen isimleri ile tanışma imkanına kavuşan Çimen, Kubbealtı Akademisi'nde Neyzen Ömer Erdoğdular'dan Ney, Yusuf Ömürlü'den de repertuvar ve şan dersleri alır. İyi bir neyzen ve udi olan İsmail Çimen:

“Süleymaniye Camii'nde bir Türk rehberin, Kanuni hakkında anlattığı yanlış bilgiler beni rehberlik yapmaya yöneltti. Rehberlik yaptığım yıllarda, Türk musikisi ve tasavvuf kültürü üzerine turistlerle yaptığım sohbetler ilgi çekti ve bir çok ülkeden konferans vermek için davet aldım. İstanbul ve Anadolu'da turist kafilelerine rehberlik yaptım. Gezdiğim ülke ve şehirlerin mimari, kültürel ve coğrafi özelliklerini en ince ayrıntılarına kadar araştırıyorum. Bu da rehberlik yapmamı kolaylaştırıyor” diyor.

Brezilyalı Lütfiye

Kendini sürekli olarak geliştiren Çimen, üst düzey misafirlerden oluşan turist kafilelerine rehberlik yaptığı yıllarda, Luciana (Müslüman olup Lütfiye ismini almıştır) adında Brezilyalı bir bayanla tanışır ve evlenir. 80 ülke gezen Çimen’in hayatında dönüm noktalarından biri de 15 günlük Türkiye turunda eşlik ettiği Brezilyalı kafile olur. 11 yıldır evli olduğu Brezilyalı eşiyle bu gezide tanışırlar. Ülkesine dönen Luciana telefonla ona evlenme teklif eder. 17 yıllık müezzinlik görevinden emekli olan İsmail Hakkı Çimen eşinin önemli bir bankada avukat olarak sürdürdüğü işini bırakması mümkün olmadığı için Brezilya’ya yerleşmeyi kabul eder. İsmail Çimen, eşi Lütfiye hanım ile birlikte Brezilya’da, İspanya’da ve Türkiye’de belli sürelerle kalmaktadır. Onun hayatı gören gözleri hayrete düşürmektedir. Onun hayat hikayesi ve başarısı başta gençler olmak üzere insanlığa büyük bir rol modeldir. Kendisine ailesi ile birlikte sağlıklı ve hayırlı yaşam diliyorum.

Gören sadece görünen göz değildir!?

Demekki şu küçük cirmiyle, bir miktar etten ve kemikten yaratılmış olan insan, kâinatın fihristesi, özü, hülâsası yani özeti değil midir? Kâinatta her ne var ise, hangi âlemler yaratılmış ise birer numuneleri her bir insanda, insanın kalbinde bulunan cevherinde mevcut değil midir? Göz ile kalp arasındaki perdeleri kaldırmalı.

Göz bakar, kalp görür;

Göz maddeyi, kalp manayı.

Göz fizik âlemi, kalp ise öte âlemleri…

Gözlerimizi açıp kalbimizle görmeye çalışacak, gördüğümüzü, göze gelen ve gönderilenleri dostlarımızla paylaşacağız inşaallah.

Sizin de gönül gözünüz açık, akıl ve kalbiniz selim olsun...