Dünya haritasında, kan ve gözyaşıyla çizilen sınırlar değişmez; ama bu sınırların ardında yaşananların bedelini hep birlikte öderiz. Her yeni gün, başka bir savaşın ya da krizin haberiyle uyanıyoruz. Ve bu krizlerin yarattığı sarsıntılar, en çok bizde yankı buluyor. Stratejik olarak dünyanın en kritik noktalarından birinde yer alan ülkem, savaşların neden olduğu göç dalgaları ve insan trajedilerinin ağırlığını omuzlarında taşıyor. Bu yükün altında ise sadece ekonomik dengeler değil, sosyal dokumuz, insani değerlerimiz ve geleceğimiz olan çocuklarımız da eziliyor.
Eğitim Sistemi: Yap-Boz Tahtasına Dönüşen Hayatlar
Eğitim öğretim yılı yeniden başladı; milyonlarca çocuk, belki de hayalleriyle büyüyecekleri bir okulun kapısından içeriye adım attı. Ancak ülkemizin eğitim sistemi, yıllardır süregelen bir yap-boz tahtasına dönmüş durumda. Nitelikli bir nesil yetiştirmek için eğitim sisteminde köklü bir reform gerekiyor, fakat siyasetin çözüm üretmek yerine günü kurtarmaya yönelik hareketleri ile bu sorunun çözümüne ulaşmakta zorlanıyoruz. Eğitim sistemi bozuk olan ülkeler asla gelişemez. Eğitimin kalitesinin düşük olduğu, fırsat eşitliğinin sağlanamadığı bir ortamda ne ekonomik kalkınmadan ne de sosyal adaletten söz edebiliriz.
Gençlerimizin her geçen gün daha çok yurtdışında bir gelecek aramasının altında yatan temel neden de budur. Kendi topraklarında güvende ve mutlu hissedemeyen bir nesli, her yıl bin bir zorlukla okullara taşımak çözüm değil; onların umutlarını ve potansiyellerini yeniden kazanmak için köklü bir değişim şart. Burada siyaset devreye girmeli; ekonomik ve sosyal politikalar, eğitimle bütünleşik bir yaklaşımla yeniden ele alınmalıdır.
Kadının Adı, Çocuğun Yaşamı: Toplumsal Vicdan Yarası
Bir diğer yanda ise kanayan başka bir yara; kadının ve çocuğun var olma mücadelesi... Ülkemizin dört bir yanında her gün bir kadın ya da çocuk vahşetin kurbanı oluyor. Feodal aile yapılarında, kadının adı yok. Ve bu yokluk, her yeni cinayet haberiyle daha da acı verici hale geliyor. Toplumun vicdanını sızlatan bu cinayetlerin ardında ise adaletin sağlanamaması yatıyor. Narin’in katilleri ve neden öldürüldüğü kamuoyu ile açıkça paylaşılmadıkça, vicdanlarda açılan bu yaralar asla kapanmayacak. Cezaların caydırıcı olmadığı ve adaletin sağlanamadığı her an, bu düzen böyle sürecek gibi görünüyor. Oysa ki aile içi eğitim ve bağımsız yargının etkin çalışması, bu düzenin en önemli panzehiri olabilir.
Görülmeyenlerin Gördüğü: Satrançla Umut ve Dayanışma
Bu karanlık tabloyu aydınlatan bir ışık, "Görülmeyen Gazete" tarafından düzenlenen görme engelliler satranç turnuvası ile parlıyor. 4-7 Ekim tarihlerinde, İBB Şile Engelliler Kampında gerçekleşecek bu turnuva, sadece bir spor etkinliği olmanın çok ötesinde. Toplumsal farkındalık yaratmak ve engellilerin sosyal hayatın her alanında aktif olabileceğini göstermek adına büyük bir adım. Bu tür projeler, ülkemizin toplumsal dokusunu güçlendirmek ve engelli bireylerin hayatına dokunmak için ne kadar önemli adımların atılması gerektiğini gösteriyor. Satranç turnuvasının yanı sıra, engelliler halk oyunları ekibi, engelliler müzik korosu ve çok sesli müzik korosunun performansları ile unutulmaz bir organizasyon olacağı aşikar.
Çözüm Nerede? Siyaset, Yargı ve Toplum
Türkiye'nin içinde bulunduğu bu çıkmazdan kurtulması için siyaset, üzerine düşen görevi layıkıyla yapmalı ve yargı bağımsızlığı sağlanmalı. Aksi takdirde, eğitimden ekonomiye, kadın haklarından çocukların geleceğine kadar her alanda kaybetmeye devam edeceğiz. Bu ülke, yıllardır çok şey yaşadı ve çok şey atlattı; ama çözüm, tek bir kişinin ya da kurumun değil, tüm toplumun el ele vermesiyle mümkün olacak.
Unutmayalım ki, her bir çocuk, her bir genç, her bir insan bu ülkenin geleceği. Ve o geleceği inşa etmek için bugün, burada, şimdi harekete geçmek zorundayız. Bu ülke, birlik ve beraberlikle, toplumsal dayanışma ile yeniden ayağa kalkacak ve her türlü karanlığa karşı direnecek.