Ayın adı ağustos olunca ilk çağrıştırdığı; Dumlupınar oluyor. İnsan ister istemez kurtuluş ve kuruluş yıllarına gidiyor. Kurtuluşun üzerinden bir asırdan fazla zaman geçti. Bugünden o günlere bakmak hiç de kolay değil. Yaşanan zorlukları gerçek anlamıyla kavrayabilmek, verilen mücadelenin önemini anlayabilmek öyle herkesin işi değil. Osmanlı’nın son 200 yılını araştırmak gerek. Halkın içinde bulunduğu koşulları bilmek gerek. Sevr’i, Mondros’u incelemek gerek. Halkın; eğitim durumunu, maddi olanaklarını, sağlık durumunu, insan kaynaklarını incelemek gerek. Savaştığımız cepheleri, kimlere karşı savaştığımızı, savaşların seyrini bilmeden değerlendirme yapmak, sığ bir bakış açısı olur. Kurtuluş Savaşı tam bir mucizedir. Olanaksızı olanaklı kıldık. Nasıl başardık? Okudukça ve kavradıkça insan şaşırıyor. Öncelikle tam bağımsızlığa inanmış, cesur, ahlâklı, yurtsever insanlarla, yöneticilerin halkla el ele vermesiyle kazandığımızı söyleyebiliriz. Elbet ihanet edenler de oldu. Cepheden kaçanlar da oldu. Manda isteyenler de oldu. Ancak öylesine inanmış bir çekirdek kadro vardı ki onlar; “Ya bağımsızlık ya ölüm,” parolasıyla yola çıktılar ve başardılar. Kısaca o yoksul, o çaresiz, o zavallı halkına güvenenler kazandı.
Kurtuluşun üzerinden bir asırdan fazla zaman geçti. Yoktan var ettikleri bu ülkeyi bize teslim edenlere hak ettikleri değeri verebildik mi? Onlara gerektiği gibi saygı gösterebildik mi? Onların çizdikleri yoldan yürüyebildik mi? Devrim ve ilkelerine bağlı kalabildik mi? Belirledikleri hedeflere varabildik mi? Bu soruların hemen hemen hepsine; “hayır” yanıtını verebiliriz. Peki neden? Çünkü devrimin önderi öldüğü andan itibaren karşı devrimi yürürlüğe soktular. Eski feodal sistemden beslenenler, kaybettikleri statülerini tekrar kazanabilmek için harekete geçtiler. Erki elinde tutanlar, toplumun çıkarlarını savunmak yerine, kendi çıkarlarının peşine düştüler. İkinci Dünya Savaşı sonrası girdiğimiz ittifakların kasıtlı yönlendirmeleri sonucu yerli sanayimizi çökerttiler. Bize özgü en büyük hamlemiz olan Köy Enstitüleri’ni kapattırdılar. Tekrar gerici eğitim tuzağına düştük. Dini siyasete alet ettiler. Dini inançlara da zarar verdiler.
Yetmemiş olacak ki çeyrek asırdır başımızda bulunan yönetimin yaptığı yasalara ve anayasaya aykırı değişikliklerle, haksız ve hukuksuz işlemlerle demokrasi ortadan kaldırıldı. Hukuk işlemez duruma getirildi. Dünyada örneği olmayan tek kişilik bir yönetim modeli ortaya çıkarıldı. Anayasa rafa kaldırıldı. AYM’nin kararları tanınmaz oldu. Cumhuriyetin ekonomik kaynakları hoyratça harcandı. Fabrikaları, limanları, madenleri, en değerli kurum ve kuruluşları satıldı. Yönetim; ihaleler ve özelleştirmeler yoluyla kendine bağlı yeni bir sınıf oluşturdu. Ülke kaynaklarının çoğu, kurdurdukları yan kuruluşları olan kendi vakıflarına aktarıldı.
Bu kadar kötü bir karnesi olan 22 yıllık iktidarın alternatifi olan muhalefet partilerimiz ne yapıyorlar? Bölük pörçük, küçük olsun benim olsun anlayışı içinde sözde siyaset yapıyorlar. Gündem belirleyemiyorlar. Güçlü bir program koyup hayata geçirmek için gerekli mücadeleyi yürütemiyorlar. Umut olamıyorlar. Topluma heyecan veremiyorlar.
En büyük muhalefet partisi olan, kuruluşun ve kurtuluşun partisi, kökleri, Jöntürklere, Anadolu ve Rumeli Müdafayı Hukuk Cemiyetleri ve Kuvayı Milliye’ye dayanan CHP ne yapıyor? Kendini savunabilecek, cumhuriyetin kurucu değerlerine hâkim, kurtuluşun heyecanını damarlarında hisseden, bilgi birikimi yüksek, aydınlanma Devrimi’ni savunabilecek kişiler yerine, kendi sözünden çıkmayacak, yetersiz, bilgisiz ve deneyimsiz kadrolarla mücadele etmeye çalışıyor.
Muhalif partilerin, toplumumuzu bu derece umutsuzluğa, yılgınlığa, bıkkınlığa sürüklemeye, sürekli kendi evlatlarını ötelemeye, cumhuriyet değerlerine inananları kenarda tutmaya, iktidarla yumuşa(t)ma veya (a)normalleşme görüşmeleri yapma gibi saçmalıklarla zaman kaybetmeye hakları yoktur. Daha etkin bir muhalefet yürütmelidirler. Gerekirse hiçbir işlevi kalmayan Meclis’ten de çekilebilmelidirler. Durum ciddidir. Geri dönülmez yolun son çıkışındayız.
Bütün bunlara rağmen umutlu olmak zorundayız. Her şeye rağmen halkımıza güvenmek zorundayız. İnönü Savaşlarını, Sakarya Savaşı’nı, Dumlupınar’ı yapanların torunları olarak bizleri seçeneksiz kılmak, oyunun dışına itmek isteseler de biz uygarlık mücadelemizin her zerresinde varız ve olmaya devam edeceğiz. Bu duygularla; bütün mazlum uluslara örnek olmuş Zafer Bayramı’mızın 102. yıldönümünü kutluyorum! Başta Atatürk, İsmet Paşa, K. Karabekir olmak üzere tüm şehitlerimizi saygı ile anıyorum!