Anasayfa
İRDELEMELER
Mehmet Ataman
06 Haziran 2024

Dilimiz işgal altında. Topraklarımız, limanlarımız, madenlerimiz, fabrikalarımız, işletmelerimiz, ormanlarımız satılıyor. En büyük tehlike demografik yapı değişiyor. Sınırlarımız kalbura döndü. Canı isteyen elini kolunu sallaya sallaya geliyor. Dilimizi bile öğrenmeden, kültürel uyum sağlayıp, sağlayamayacağına bakılmadan vatandaş yapılıyor. Üç kuruş için, Avrupa’nın sadece çöp deposu değil, oralara sığınmak isteyen niteliksiz (niteliklilerini seçip alıyorlar) insanların da deposu olduk. Seçimlerde oy kullanarak daha şimdiden ülkemizin geleceğini belirliyorlar. Bu politikalar sürerse, 2050 yılına gelindiğinde, ortada Türk ulusunun yerli bireylerinin sayısı, mülteci, sığınmacı gibi yabancı bireylerin sayısının altına düşecek. Bin yıllardır bu toprakların gerçek sahipleri azınlık konumunda olacak. “Milliyetçilerimizden” ses yok. Sosyal demokrat olduğunu söyleyenler ürkek ve çekingen. Sosyalistlerimiz hiç duymuyor, görmüyor. İnsan merak ediyor; milliyetçi, ulusalcı, yurtsever olup maddi ve manevi değerlerine sahip çıkmamanın temelleri nerelere dayanıyor? Söylemde aşırı hassasiyet gösterenlerin, gerçekte yaşananlara bu derece duyarsız oluşunu anlamakta zorlanıyorum. Burada öncelikli olarak var olan ve “milliyetçi” olduğunu iddia eden partilerin fikri temellerini siyasi partilere taşıyan üç isimden çok kısaca söz edeceğim.

     Tarihimizde milliyetçilerimizin fikir babaları her ne kadar İsmail Gaspıralı, Genç Osmanlılar (Namık Kemal, Ali Suavi, Ziya Paşa, Mithat Paşa) Ziya gökalp, Yusuf Akçura gibi isimlere dayansa da günümüzdeki milliyetçi-İslâmcı partilerin esinlendiği üç temel isim vardır. Hüseyin Nihal Atsız, Alparslan Türkeş ve Necip Fazıl Kısakürek. Bu üç isim yakın tarihimizde üzün süre birlikteydiler. Sonraları karşı karşıya gelmiş ve özellikle Türkeş ve Atsız arasında amansız çatışmalar sonunda ayrışmalar oldu. Bu üç ismin fikir dünyaları inişli çıkışlıdır. Her üç isim de sert mizaçlıdır. Her üç isim de güçlü kalemlerdir. Ancak her üçü de Kemalizm’i zaman zaman benimseyen, zaman zaman yeren, bir anlayış geliştirdiler.

     Necip Fazıl gençlik yıllarında Atatürk hayranıdır. Atatürk tarafından yurt dışına eğitim amaçlı gönderilmiş; ancak kumar ve içki tutkusundan dolayı başarısız olup yurda dönmüştür. O yıllarda Atatürk’e güzellemeler yapar. Sonraları CHP’den milletvekili olmak ister; ama uygun görülmez. Kırklı yıllarda kurduğu Büyük Doğu Dergisi için CHP’den 5000 Tl. talep eder. Dergi ile CHP politikalarını dünyaya ve Türkiye’ye duyuracaktır. Ancak olumlu yanıt alamaz. Herkes biliyor ki aslında kumar oynamak amacıyla öylesine büyük para istemektedir. Milletvekili olamayıp, parayı da alamayınca amansız bir CHP düşmanı olur çıkar. CHP aleyhinde çok sert yazılar yazar. Atatürk’e ve  İsmet Paşa’ya ağzı alınmayacak sözcüklerle saldırır. Necip Fazıl, CHP’den beklentileri döneminde; “Atatürk, dirilecek ve tekrar başımıza geçecektir,” diyecek kadar Atatürk’ü yüceltmiş, istediğini alamayınca işi Atatürk düşmanlığına kadar vardırmıştır. Necip Fazıl, ellilerde Menderes’e yaklaştı ve Demokrat Parti iktidarı döneminde örtülü ödenekten çok yüksek miktarlarda defalarca yardım aldı. 60 İhtilâli’nde menderes bu yardımlardan dolayı yargılandı. Necip Fazıl, Atatürk hakkında; “Put Adam” diye bir de kitap yazdı. Bu kitabın dili Arapça’dır. Sonraları; “Eski Bir Subayın Anıları” adıyla Türkçe yayımlandı; ancak toplatılarak yayıncıları hakkında kovuşturma yapıldı. (Kitabın Necip Fazıl’a ait olmadığını iddia edenler de vardır; ancak genel kanı kitabı onun yazdığı şeklindedir. Halen eski sahaflarda bulunabilmektedir.)

     Hüseyin Nihal Atsız da önceleri bir Atatürk hayranıydı. Sonraları Kemalistlerle arası açılınca; “Kemalizm’in dışarıda barışçı bir politika izlemesi, “görece komünizme göz yumması,” batılılaşma politikası izlemesi…” gibi nedenlerle ayrıştı. Atatürk’ün; “Yurtta barış, dünyada barış” yaklaşımına şiddetle karşı çıktı. Sürekli fetihlerle Türkçülüğün yayılmasını savundu. Atsız; Kemalistleri; “İnkılâp yobazları” diye suçladı. En ağır sözcüklerle İnönü ve Atatürk’e saldırdı. Bu saldırılarının arka plânında öğretmeni Rıza Nur’un (manevi babası) büyük etkisi vardır. Müslüman olmayan, ırkçı ve Tengrici Atsız; “Cumhuriyet gerçek anlamda 1950’de kuruldu,” diyecek kadar abartılı değerlendirmeler yapabilmiştir. Atatürk’ün bir ulus bilinci yaratmak, bireyleri kul anlayışından yuttaş anlayışına taşımak amacıyla bir dönem savunduklarını esas alıp, onun sonraları; “Medeni Bilgiler” kitabında savunduğu kültürel Türklük, yurttaşlık temelli ulusçuluk kavramlarını, çağdaşlaşma adına girişilen devrimleri kabullenememiştir. Hemen hemen her devrimci atılımı karalamıştır. Kemalizm’i, kendi Türkçü, Turancı anlayışının tam karşıtı olarak görmüş ve aşağılamıştır.

     Alparslan Türkeş, ailesi köken olarak aslen Kayseri Pınarbaşı ilçesi Köşkerli köyündendir. 1860 da Sultan Abdülaziz tarafından akrabalar arasında çıkan arazi kavgaları nedeniyle Kıbrıs’a sürülmüşlerdir. 1933’te tekrar Türkiye’ye gelip yerleştiler. Askeri okula girip subay oldu. Kırklı yıllarda rkçılıktan yarglandı. 1948’de ABD ye gönderildi. Orada gerilla eğitimi alıp ülkeye döndü. 1955’te tekrar ABD’ye gönderildi. NATO’da görevli olarak üç yıl çalıştı. “1960 ihtilâlininin esas plânlayıcısı benim,” diye açıklamaları var. Askeri yönetimin devam etmesi, sivillere devredilmemesi talepleriyle “ondörtler” olarak darbe girişiminin içinde yer aldı. Bunun üzerine ordudan atılarak yurt dışı (Yeni Delhi) göreve gönderildi. Yurda döndükten sonra siyasete girdi. CKMP’ne (Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi) katıldı. Bu partinin 1969 kongresinde Hüseyin Nihal Atsız’la ayrıştı. İslâmi unsurları ülkücülüğün içine boca etti. Partinin adını ve amblemini değiştirip MHP’yi kurdu. Türk İslâm sentezi teorisi doğrultusuda mücadele etti. Dokuz Işık teorisini geliştirdi, bu anlamda pek çok eser yayımladı. 12 Eylül 1980’de tutuklandı. Beş yıl kadar hapis yattı. Siyasi yasaklar kalkınca tekrar siyasete döndü. Aşparslan Türkeş’in Kemalizm’e yaklaşımı kimi zaman sahiplenme kimi zaman yetersiz bulma, kimi zaman da retddetme şeklinde oldu. Özellikle partinin İslâmcı kanadı, Atatürk’ü benimsemekte zorlandı. Onun döneminde; “ulusal sol, sol ve Atatürkçü-Kemalist” kesimlerle sağ-sol adı altında çatışmalara girildi. 

     Adı geçen bu fikir ve siyaset adamlarının zık- zaklarından mıdır? Öncülerin fikri tutarsızlıkları, milliyetçiliğin temellerinin sağlam bir zeminde gelişemeyip, ırkçılıkla iç içe girmesinden midir? Yoksa ülkemizdeki tüm fikir hareketlerinin topyekûn emekleme çağında olmasından mıdır? Ülke çıkarları sözde savunulurken, özde görmemezlikten gelinebiliyor? Yoksa perdenin arkasında göremediğimiz çok şeyler mi var?