Kimi “aydınların” tek kutuplu dünyayı kurtarmak umuduyla pazarladıkları neoliberalizm giderek vahşi kapitalizme dönüştü. Yenidünyada toplumsal ahlâk çöktü. Doğru ile yanlış birbirine karıştı. Çıkar üzerinde gelişen toplumsal değerlerle buluşamadığınızda çemberin dışına itiliyorsunuz. İçinde yaşadığımız çağda özgürlükler gelişti; ancak özgür bir birey olmak çok çok zorlaştı. Sistem sizi de çok çabuk kendi etki alanına çekebiliyor. Bu girdaptan çıkış kolay olmuyor. Çoğunluğun kararlarını her zaman doğru gibi görenler, haksız da olsalar, azınlıkları yok sayıyorlar. Sistem kendisine direnenleri parçalıyor, yok ediyor. Maddi gücü eline geçirenler, çoğunluğu da yanlarına alarak, her türlü iletişim araçlarını, sosyal medyayı, görsel ve yazılı basını kullanarak sizi değersizleştiriyor. Yine de yenemiyorsa diğer türlü ortadan kaldırıyor. Dünyada ve ülkemizde buna sayısız örnek bulunmaktadır.
Sistem, insanların önüne görece özgürlükler koyuyor. Kendi çarklarının dişlilerini kırmadığınız sürece kendinizi özgür sanabiliyorsunuz. Ancak sömürünün dişlilerinden herhangi birini kırdığınızda, kalan dişliler arasında öğütülmeye hazır olun. Özgür birey olma yoluna girenlerin önüne aşılamaz engeller çıkıyor. Bir yere gelindiğinde yorgunluk başlıyor. Yolda kalan çok oluyor. Sonuna kadar yürüyebilenler toplumun kahramanı oluyor; ama ömürleri uzun sürmüyor. Denizler gibi…
İnsan doğasının kendisini koruma, temel ihtiyaçlarını karşılama içgüdüsüyle programlanmış olduğunu düşünürsek, her birimizin yanlışa meyilli birer canlı olduğumuzu söyleyebiliriz. Doğamızdan kaynaklı bu yönümüzü eğitimle törpüleyemediğimiz zaman vahşileşiriz. Maddi edinimlerimiz biriktikçe de vahşetimiz artar. Bu durumda yakın çevremizdekilerin sinek kadar değeri yoktur. Azıcık ısıran olursa, ısıranı anında yok ederiz.
Önce insanı, sonra kendimizi tanır, sistemin esaretinden kurtulabilirsek, eksik ya da fazla taraflarımızı tespit edebilirsek, yani kendimizi sorgulayabilirsek; kendimizi yontabilirsek, ancak o zaman sistemin dışına çıkıp, vahşetten uzaklaşabiliriz. Aksi halde, sistemin özlediği her yönüyle ele geçirdiği, yanlışa programlanmış tehlikeli birer robot haline geliriz.
Hiç aynaya bakmamışlar, özgür birey olamamışlar, yaşamlarının sonuna doğru, günü gelip kendi gerçek görüntüleriyle karşılaştıklarında, kendileriyle savaşa tutuşacakları muhakkaktır. İşte o gün geldiğinde yaşamın hiçbir kötülüğe, hiçbir vahşete değmediğinin farkına varacaklar; ancak faydasız, pişmanlık ve değersizlik denizinde boğulacaklardır. O son anlar geldiğinde, artık geri dönüş, kurtuluş yoktur.
Kendini yetiştirmiş, toplumsal sorumluluğuyla özgür birey kimliğini ideal bir biçimde sentezleyebilen kişiler, hiçbir zaman zararlı bir etkinliğin içinde olmayacakları gibi son saniyelerini bile boşa harcamak istemeyeceklerdir. Tıpkı Rıfat Ilgaz’ın; “Aydın Mısın?” adlı şiirinin son mısralarındaki gibi:
“Yollar kesilmiş alanlar sarılmış / Tel örgüler çevirmiş yöreni
Fırıl fırıl alıcı kuşlar tepende / Benden geçti mi diyorsun
Aç iki kolunu iki yana / Korkuluk ol.”
Eğer ki bir ömür vermişseniz topluma, insana, son nefesinizde de yine toplumu, yine insanı düşünürsünüz. Tıpkı büyük üstadın ölüm döşeğineyken yazdığı; “ SON ŞİİRİM” adlı şiirindeki mısraları gibi:
“Elim birine değsin / Isıtayım üşüdüyse
Boşa gitmesin son sıcaklığım.” / Rıfat Ilgaz... Ne güzel insanlardınız siz!