Dünyanın birçok ülkesinde yönetenler yönetilenlerce seçimle işbaşına getirilir, aynı zamanda seçimle işbaşından uzaklaştırılır. Bu, ülkelerin bir anlamda ne denli demokratik olduklarının da bir göstergesi olarak değerlendirilebilir. Ama seçime giden her ülkenin de demokratik bir yapıya sahip olduklarını söylemek kolay bir iş değildir. Çevremizdeki kimi ülkelere bir kuş bakışı fırlatılırsa bu gerçek su yüzüne çıkabilir.
Kimi ülkelerde seçimler bir formaliteden başka bir şey değildir. Formalite seçimler genellikle diktatörlerin ve totaliter yöneticilerin başvurdukları bir yöntemdir. Ancak, kimi demokratik ülkelerde de seçimler öncesi propaganda çalışmaları sırasında kullandıkları dil ve kanıtlarda, o seçimlerin demokratik ve rasyonellik niteliğine gölge düşürebilir. Bunun tarihsel süreç içinde örneklerine oldukça sık rastlanır.
Türkiye’de 31.03.2024 tarihinde yerel seçimler gerçekleştirilecek.
Siyasi partiler başta olmak üzere seçimlere bağımsız adaylar da katılacaklar. Seçimler öncesinde kullanılan dil ve kanıtlar o seçimlerin demokratik ve rasyonel olma niteliği noktasında önemli bir göstergeyi oluşturur.
Bu bağlamda iktidar partisinin kullandığı dil ve gerekçeler seçimlerin demokratik niteliğine gölge düşürecek, halkı yanıltarak kendi lehine çıkar saylayacak antidemokratik bir özelliği ortaya koymuyor mu?
“Bize oy yoksa hizmette yok”, ya da “Bize oy yoksa doğalgaz da yok” söylemini başka türlü değerlendirmek ne derecede mümkündür?
Bu türden eylem ve söylemlerin Türkiye’nin kör, topal, sağırda olsa mevcut demokrasisine büyük bir darbe vurup totaliter bir yönetimin önünü açmayacak mı?
Eğer demokrasi: “eşitsizliğe dayalı bir toplumsal yapı içinde her açıdan eşitlik arayışı” ise, bırakın eşitlik arayışını bir kenara eşitsizliği körükleyerek mevcut rejimin meşruluğunu sorgular bir duruma getirebileceği noktasında hiçbir kuşkuya yer bırakmayacaktır.
Yerel seçimlerin bana düşündürdüğü diğer bir nokta da özellikle dar gelirli halkın alım gücünün her geçen gün biraz daha kötüleşiyor olmasıdır. Zaten bıçak sırtında olan Türk ekonomisi: “faiz sebep enflasyon sonuç”, “orta yerde (nas) var Sana, bana ne oluyor “ ya da “bunların kafası basmaz ben ekonomistim” gibi Söylemleri ve uygulamaları sonucu halkın alım gücünün her gün biraz daha gerilediği reddedilemez bir gerçektir.
Bu durumdayken faturanın dar gelirli halka kesiliyor olması ne utandırıcı bir gerçektir. İşte bu utandırıcı gerçeklerden yola çıkarak büyük şehirlerdeki başkan adaylarının İktidarıyla muhalefetiyle propaganda çalışmalarında Emekliye şu kadar aylık para, Öğrenciye bedava ulaşım, Halk lokantaları, gibi yoksulluk vaatleri kullanıyor olması demokrasimizin geleceği açısından oldukça manidar olsa gerektir.
Bu tür söylemleri muhalefet partilerinin kullanıyor olması belki bir noktaya kadar anlaşılabilir şeylerdir, Ama yirmi yılı aşkın bir süredir ülkeyi yönetenlerin muhalefetle aynı söylemleri kullanıyor olmaları, olsa olsa fakirleşmenin somut bir göstergesi olabilir.
Hoş, yerel yönetime talip olanların ve yönetenlerin şehirlerimizin gerçek sorunlarına eğilmek yerine bu türden söylemleri kullanıyor olmaları demokratik ve rasyonel bir seçimin göstergesi olamaz. Seçimlerde kullanılan bir başka gerekçe de benden önce benden sonra algı yönetimi malzemeleridir.
Ne renkli televizyon, ne ambülans, ne de beyaz eşya, bunlar sizden öncede vardı sizinle de var olmaya devam etti. Keşke şunu diye bilseydiniz:
“Bizden önce büyük şehirlerimizde trafik sorunu vardı, şimdi yok”
“Bizden önce şehirlerimizi az bir yağmurda su basardı, biz bu sorunu da çözdük”
“Bizden önce halkın alım gücü son derece düşüktü, biz yükselttik”
“Büyük şehirlerimizi ranta kapattık”
“Kentsel dönüşüm sorununu halktan beş kuruş almadan çözerek şehirlerimizi doğal afetlere karşı dayanıklı hale getirdik.”
Keşke bu ve benzeri söylemleri duyuyor olsaydık, ama ne gezer!
Halk yoksul, Deprem vergileri buharlaştı!
Hastanesi var, donanımı yok!
Poliklinikleri ameliyat haneleri var, doktoru yok!
Otomobili var, yolları yok. Şehirlerimizle övünülebilir mi?
Yoksulu çok zengini az bir ülkeyle övünülebilir mi?
Maden kazaları, iş ve kadın cinayetleriyle nasıl mutluluğa ulaşılabilir?