Anasayfa
ADI OLAN KENDİ OLAMAYAN MODERN TOPLUMDA SANATÇI OLMAK
İnci Kaya
12 Mart 2024

21 Mart 1973, Sivrialan-Şarkışla SİVAS’da ebediyete uğurladığımız Aşık geleneğinin son büyük temsilcilerinden ve eserleri dünyaya yayılmış ölümsüzleşen kıymetli ozanımız Aşık Veysel’i saygı, sevgi, minnet ve rahmetle anıyorum…

Yaşadığımız bu zor zamanlarda  eskisi gibi sahneye çıkıp  gönüllerin hizmetini yapmak sevgiden ve empatiden bahsetmeyi türkülerimi söyleyip her bir dinleyicimle göz göze geldiğimde onun neler hissettiğini anlamak ve onun bam teline dokunmanın ve o an her nasıl bir yara ya da sevinç ise ona ortak olmanın mutluluğunu ya da üzüntüyü paylaşabilmenin mutluluğunu ve   ’’ bu da geçer’’ diye söylemeyi o kadar yeğlerim ki..

Şahsım adına kendimi dünya işlerine adadığımdan bu güne sanatçı olarak bir şey üretememenin mutsuzluğuyla baş etmeye çalışırken hayalet olarak varlığımı sürdürmeye çalışıyorum. Asrın siyasi liderlerinin yaşatmış olduğu buhrandan alamıyorum kendimi haksızlığa maruz kalmış olanlara duyarsız kalamıyorum, onca çürümüşlüğe rağmen hala umut var diyenlere gülüp geçiyorum… Umut biziz aslında ne kadar kişiye el verebiliyorsak umut budur, ne kadar yaralara merhem olabiliyorsak umut budur ama göz ardı ettiğimiz bir şey var ki; aslında kendimiz için umut ekemiyoruz..

Yaşadığı tüm zorluklardan ve her şeye razı gelmeye zorlanmış, yaşamı idame etmeye çalışmakla, tüm ekonomik zorluklara göğüs gererek mücadele etmekten biçare olmuş, duygularımızın  şiddet meraklısı  bir toplum tarafından narsistleştirildiği bu dünya düzeninde biz sanatçıların hala üretmek ve bir yarar sağlamak için  idealine doğru yürümeyi istemesi takdir edilesi… Sanatçı yapısında inatçı bir karaktere de sahip olduğu için olabilir mi acaba?

Toplumu anlamayan sanatçı, sanatçıyı anlamakta zorlanan toplum, kendini anlamayan toplumun bir parçası olan sanatçı, kendini anlamayan insan…

Öylesine müthiş sıkışmışlığın bir parçası haline gelmek, kulağa nasıl da çaresiz geliyor değil mi? Aslında bu durum yüzleşmemiz gereken bir hal.

Bu kadar sıkışmışlığın sebeplerini şöyle sıralamak o kadar yerinde olur ki; Para, güç saplantısı, hırslar, ekonomik aşılamaz büyük sıkıntılar, yeme, içme, barınma yani yaşamı idame ettirebilme mücadelesi, çevremizde olup bitenleri umursamamaya başlamamız, duyarlılıklarımızın azalması, bireyselleşmemiz ve hatta her duruma alıştırılmış olmaktan ve öğretilmiş çaresizlikten  kaynaklanan ‘’yapacak bir şey yok ‘’ deyişlerimiz bu fütursuzca hızla kontrolsüzce gelişen ekonomik ve sosyal olumsuz giden gidişata dur  diyemeyişimiz  aslında dayatılan sistemin bizi ne kadar güç durumda bıraktığını, kendi doğamızı bırakın ekosisteme  karşı bile ne denli hoyrat davrandığımızı  gözlemleyip bir şey yapamayışımız bizi  umutsuz, mutsuz, hasta ve antidepresanlara bağımlı bir toplum haline getirmiştir.

Bilincimiz, ahlakımız, vicdanımız, hassasiyetlerimiz ve hoş görümüz yaşadığımız yerin sınırlarıyla sınırlandırılmış ve şekillenmiş haldeyken modern olduğumuzu savunmak ne kadar da samimiyetsiz.. Türlü teknolojiye sahip olmak, çeşitli araçlara sahip olmak, yollar, köprüler, yüksek yüksek binalar sadece inşaat yapılmak üzere parsellenmiş onca yeşil alanlarımız, şekilsizce ve büyük çarpıklaşmış kent düzenleri bizi modern ve medeni bir toplum yapmaz. Sistemin sürekli ‘’Bir şey ve birisi olmalısın’’ dayatması bize türümüze karşı yüksek hırs ve bencil düşüncelere sahip olmamıza yol açmaktan başka bir şey değil..

Evimizin duvarları, ülkemizin sınırları bizi koruyormuş gibi gözükebilir ama aslında duyusuz ve güvensiz bir ortama hapsolmuş olduğumuz gerçeğini değiştirmez. Huzursuz ve sürekli bir şeylere yetişmeye çalışıyor olmamız sürekli koşturuyor acele ediyor olmamız...

Yeni nesile bırakacak bir şeyimiz kalmadı nerdeyse. Ne inanç ne gelenek ne ahlak ne bizi ayakta tutan kültürümüz her şeyin içi boşaltılmış vaziyette elimizde olanlarla idame ettiğimizi sanıyoruz yaşamı.

Kendimi her zaman siyasetin dışında tutmaya çalışsam da tüm olanları görmemezlikten ve duymamazlıktan gelemiyorum. Bu ülkenin kaderini değiştirmeyi emeklilere bağlayan, tarım işçisine bağlayan yoksullukla mücadele bile edemeyen büyük bir kitleye bağlayan (hatta sözü gelmişken Avrupa da gerçekleşen ve yayılan tarım işçilerinin ayaklanmasını kıskanmıyor da değilim), üniversite öğrencilerinin yaşadıkları sıkıntılara bağlayan bunca çokluğa rağmen anlam veremediğimiz bir güruhun seçimine kalmış sömürülmeye mahkum edilmiş belli bir kesimin içinde olmaktan aşırı huzursuzluk duyan biri olarak umutlarımı yeşertmek pek kolay olmuyor benim için.

Bir birey olarak siyaset liderlerinin sanatçılardan çok meydanlarda olmasına, bilbordlarda boy boy görsellerini sergilemelerine,  sosyal medyayı aktif ve çirkin kullanmalarına, seçim zamanlarında araçlarla bağırta bağırta seçim şarkılarının seslendirilmesine artık tahammül edemiyorum. Ekranlarda birbirleriyle seviyesizce çatışmalarına yalanlara haksız suçlamalarına ve öncesinde ne dediğini sonrasında ne dediğini unutanlara, iğneyi önce kendine batırmayıp çuvaldızı muhalif olduğu kişiye batırmalarına tahammül edemiyorum.. Aklımla oynamalarına beni de kendileri gibi şüpheci kılmalarına tahammül edemiyorum. Samimiyetsiz duruşlarına tahammül edemiyorum.

Ne yazık ki tüm bunların sonrasında dünya işlerine daldığımdan sanatçı olarak üretememeye bile tahammül edemiyorum.

Halbuki bu güzel cennet yurdun yaşanılası öyle güzel halleri var ki fakat hal bırakmıyorlar.

Oysa hatırlamak gerekir ki, insan ırkı da ağaçlar gibi tek bir büyük canlı topluluğudur. Muhteşem bir çeşitliliğe sahip rengarenk bir bitki örtüsüyüz. Peki ne kadar zamandır bütün insanlık olarak buna körüz? Vesselam.