Son günlerde Siyasal İslâmcı Atatürk düşmanları, sözde milliyetçilerimizle ittifak halinde Atatürkçülüğe sarılıyor. Mustafa Sabri, Abdülhakim Avrasi, Saidi Nusri (Kürdi) Molla Sait, İskilipli Atıfların artıkları Atatürkçü oldular. Sözde milliyetçilerimiz de Atatürk’e her türlü iftirayı atan, ailesine bile hakaret eden; Atatürk aleyhinde; “Put Adam” diye bir de kitap yazan, kokain içtiğini kendisi itiraf eden, CHP’den milletvekili yapılmayınca Aydınlanma Devrimi’ne her türlü yalan ve iftirayla saldıran Necip Fazıl Kısakürek’in görüşleri doğrultusunda siyasal İslamcılarla ortak söylemler geliştirerek “Türkçülüğe” yeni gömlek biçtiler. Yeni baş yüce yarattılar. İktidarı paylaşıyorlar.
Sorduğunuzu duyar gibiyim. Aydınlanma Devrimine sahip çıkması gerekenler ne yapıyor? Onlar birbirlerini parçalamak, “küçük olsun ama benim olsun” anlayışı içinde büyük bir yarıştalar. Atatürk’ün ilkeleri üzerinden değil, adı üzerinden büyük bir maratonda koşucu durumundalar. Ülkede değil partide iktidar olabilmek için büyük bir çaba harcıyorlar. Bütün silahlarını birbirine çevirmiş durumda, rakiplerini alaşağı yapmanın ham hayalini kuruyorlar.
İlerici, sosyalist sol ne durumda? Onlar daha Atatürk’e sahip çıkmakla çıkmamak arasında, Aydınlanma Devrimi’ni temel alıp almamak arasında karar vermek için yeni arayışların peşindeler. 19 siyasi parti yetmemiş olacak ki (tümünün toplam üye sayısı Yargıtay kaynaklarına göre yirmi beş bin civarı) yeni bir siyasal parti daha kurdular. Her biri ayrı ayrı hangi ideologları örnek alacakları konusundaki tartışmaları ve arayışları devam ediyor.
Soldaki diğer partisiz olan onca hareketin adlarının sayılması uzun süreceğinden onlar hakkında sayı veremiyorum. Sanırım altmış-yetmiş kadar varlar. Eksik-fazla olabilirler. “Onlar ne yapıyorlar?” diye sorarsanız, yanıtım; gerçekleştiremedikleri devrimin sahipliği konusundaki yarışa devam ediyorlar. Kimlerin gerçek devrimci kimlerin devrim karşıtı olduğu konusundaki tartışmaları da sürüyor. Milli demokratik devrim mi, enternasyonalist devrim mi? tartışmasını henüz sonlandıramadılar. Bir de partileşme sürecine girip girmemekte karar vermeye çalışıyorlar. Partileşmek için yeteri derece olgunlaşıp, olgunlaşmadıkları konusunda da henüz karar veremediler.
Liberallerin halleri malum. AKP’ye verdikleri destekten duydukları mahcubiyetten ağır ağır sıyrılıyorlar. Bir kısmının sesi yeni yeni çıkmaya başladı. Her zamanki “haklılıklarını” pekiştirmek için; “yine biz haklı çıktık” diyebilecek cesareti toplamanın peşindeler. Ah! Şu zamlar da olmasaydı ya! Ne kadar çabuk toparlanabileceklerdi. Yine de yakında her kanalda kendilerine rastlayacağımız muhakkaktır. Anlayacağınız; “özlemimiz daha fazla sürmeyecek.”
Siyasetin olması gereken diğer dayanakları; sendikalar, dernekler, üniversiteler, barolar gibi meslek kuruluşlarına gelince; onların çoğu iktidarın arka bahçesi durumundalar. Arka bahçe olmayanların nicel varlığı yetersiz olduğundan adlarını bile unuttuk. Ben de anımsamakta zorlanıyorum, bağışlayın!
Az kalsın unutuyordum. Bir de etnik siyasette öne çıkan, hukuki engellemeleri aşmak için kendi adıyla seçime giremeyen, çok sayıda farklı sol ve az bir kısım da dinci kesimlerle ittifak yaparak seçimlere giren; ancak aradığını bulamayan ittifakımız vardı. Onlar da son seçimlerdeki yenilgilerinin sebeplerini araştırıyorlar. Bir de mücadele yöntemleri ile Türkiye partisi mi? Bölgenin partisi mi? olacakları konusunda henüz tam karar veremediler. Haklarını da yememek gerek. Seçim kaybedenler arasında demokratik yoldan lider değiştirebilenler şimdilik sadece onlar.
Sizin anlayacağınız, ya da benim anlayabildiğim her şey birbirine karıştı. Akıl, bilim kayboldu. Siyaset kişisel maddi çıkarlara geldi dayandı. Değerler çürüdü. İlkeler kayboldu.
On yıllar süren bu kargaşa içinde Cumhuriyet ve Atatürk düşmanları devleti ele geçirdi. Devletin yeni sahibi onlar oldular. Tam bir parti devleti yarattılar. Bütün kaynakları hoyratça tüketerek kendi zengin sınıflarını oluşturdular. Anlayacağınız, boşluklar bir şekilde dolduruldu.