Doğal afetlerden biri olan deprem, yerkabuğu içindeki kırılmalar nedeniyle ani olarak ortaya çıkan titreşimlerin dalgalar halinde yayılarak geçtikleri ortamları ve yeryüzeyini sarsma olayıdır. Türkiye depremselliği yüksek olan bir bölgede yer almaktadır. Depremler doğal afetlerdir ve engellemek olağandışıdır. Ancak günümüzde depremlerin ortaya çıkaracağı hasar ve kayıpları azaltmak konusunda oldukça etkili çözümler geliştirilmektedir. Depremin hasar ve kayıpları en aza indirildiğinde; sosyal, ekonomik ve bireysel anlamda psikolojik etkileri de daha az yıkıcı olacaktır.
6 Şubat 2023’te ülkemizde 11 ilde meydana gelen ve merkez üssü Kahramanmaraş’ın Pazarcık ve Ekinözü ilçeleri olan depremler 50.783 kişinin can kaybına yol açmış, 9 saat arayla gerçekleşen iki depremde 6.624 bina yıkılmıştır. Kayıpların bu kadar fazla olmasının toplumda oluşturduğu kaotik süreç ise halihazırda devam etmektedir. 11 ilde meydan gelen deprem felaketinin yol açtığı sosyal sorunların temelinde farklı sosyal, ekonomik ve siyasal koşullar olmakla beraber bu yazıda modernleşme ve kentleşme olgularından yola çıkılarak depremin sonuçlarının bir analizi yapılmıştır.
Alman sosyolog Ulrich Beck’e göre modern endüstri sonrası toplumlarını risk toplumu olarak adlandırabiliriz. Risk toplumlarında sanayi dönemindeki bilimsel kesinlik ve akılcı düşünce yerini geleceğe yönelik belirsizlik ve güvensizliğe bırakmıştır. Sanayi modernleşmesinden sonra canlı hayatına yönelik geri dönülemez tehditler oluşmaya başlamıştır. Çünkü 21.yüzyılda bilimin ilerleme uğruna doğayı nesneleştirmesi -doğaya hükmetmesi- küresel ısınma, çevre ve hava kirliliğinin artması, küresel salgınların yaygınlaşması gibi ekolojik tehditleri meydana getirmiştir.
Türkiye’de modernleşme süreci ve modernleşmenin ürettiği risklere baktığımızda ise; ülkedeki kentleşme olgusunun söz konusu risklerin artmasında önemli bir katkısı olduğu ortaya çıkmıştır. Türkiye 90’lardan sonra hızlı bir şekilde küreselleşme sürecine girmiştir. Bunun sonucunda kentlerde yoğunlaşan eşitsiz bir nüfus dağılımı gerçekleşmiş ve çarpık kentleşme, gecekondulaşma, çarpık yerelleşme gibi sorunlar kent yaşamını olumsuz yönde etkilemiştir. 6 Şubat depremlerinin meydana geldiği 11 ilde de kentsel dönüşüm faaliyetleri kapsamında yeni binalar, modern kentsel yaşamın bir örneği olan birbirine yakın ve çok katlı lüks siteler, AVM’ler, toplu konutlar, kamu hizmet binaları yapıldığı gözlenmiştir. Bunun dışında modern kent imajına ulaşma yolundaki yaygın politikalar; kanunlara uymayacak bir biçimde yapılmış hatta yıkılma kararı verilmiş yapıların yıkımlarının gerçekleştirilmemesi gibi durumların olduğu da deprem sonrasında ortaya çıkmıştır. Böylece mühendisler, bilim insanları ve politikacılar kentleşmenin risklerine rağmen kentleşme için tüm sorunlara karşı Beck’in deyişiyle ‘kör ve sağır’ bir davranış sergilemişlerdir. Bu minvalde denebilir ki deprem bir doğal afet olarak 11 ilde de gerçekleşmesi engellenemeyecek bir olaydı ancak söz konusu illerde modernleşmenin ve kentleşmenin yıkıcı etkilerinin görmezden gelinmesi engellenebilirdi.
Peki toplumumuzda doğal afetlerde ortaya çıkan ağır can ve mal kayıplarına ‘Tanrı’dan geldi’ denebilirken bilimsel ilerlemelerin küresel tehditlerinin ağır faturası kime kesilecekti? Beck, Çernobil’deki nükleer santral faciasından örnek vererek böylesi durumlarda yine mühendislerin, politikacıların ve sanayicilerin değil Tanrı’nın yargılandığını ifade etmiştir. Çünkü gelişen teknoloji ilerleme ve özgürlük vaatleriyle bireyi etkisi altına alıp onu kendisine ve doğaya yabancılaştırmıştır. Bunun son aşamasında ise birey artık teknolojiye bağımlı hale gelerek bilimin doğaya üstünlüğünü kabul eden hakim paradigmayı benimsemiştir. Böylece birey modernleşmenin riskleri karşısında ‘kör ve sağır’ olmayı hedeflemiştir.
Depremlerin önlenemeyeceği ve Tanrı’dan geldiği tartışmasızdır. Ancak depremlere yol açan fay hatlarının üzerinde bulunan bölgelerin yoğun nüfuslu yaşam alanlarına dönüştürülmesi, bu bölgeler de dahil olmak üzere tüm bölgelerde ülkelerin deprem yönetmeliklerinde yer alan hususlara uyulmadan imar yapılması ve ülkemize özgü bir problem olarak gecekondulaşmaya hala kesin çözümler getirilmemesi Tanrı yazgısı değildir. Bunlar; modernleşmenin, kentleşmenin diğer yüzü yani küresel ekolojik tehditlerin, modern toplumdaki ahlaki çöküşün ve bilimsel etik krizinin yüzüdür.
Sonuç olarak modern toplumlarda risk küresel bir hal almıştır. Öyle ki; bazı risk ve afetler öngörülebilir ve rutinken bazı riskler öngörülemezdir. Nitekim çevreye verdiğimiz zarardan yani çevre kirliliğinden kaynaklanan risklerin veya deprem gibi doğal afetlerin öngörülemeyeceği aşikardır. Ancak riskleri kontrol altına alacak ve düzenleyecek girişimlerle hukuk alanına ve siyasal politikalara yeni düzenlemeler getirilebilir. Böylece kentleşmenin, modernleşmenin insan ve doğa merkezli bir görünümü mümkün olabilir.