Son dönemde (2014 ve sonrası) yapılan her türlü seçimlerde hemen hemen aynı sonuçlar ortaya çıkıyor. Toplam muhalefet bloku; % 47-48, toplam iktidar loku; % 51-52. Bu bize bir şey gösteriyor. Toplumda sosyo–kültürel anlamda bir kilitlenme var. En önemli şey, bu kilitlenmenin nasıl çözülebileceğidir.
Cumhuriyet değerlerinden 12 Mart 1971 muhtırası ve 12 Eylül 1980 darbesi ile başlayan kopuş 2002 sonrası aşırı derecede hızlandı. Cumhuriyetin değerleri yok oldu. Kültür sanat, edebiyat, müzik gibi alanlarda yozlaşma ortaya çıktı. Ülkenin bütün kaynakları talan edilirken, örgütlü yapılar (sendikalar-dernekler-sivil toplum örgütleri) yok edilince, yeni lümpen bir proleterya ve burjuva olamamış paralı, kültürsüz, ukala türedi zengin bir sınıf ortaya çıktı. Bu sınıf, iktidardakilerle ortak olarak her şeyi ele geçirdi. Ne orta sınıfta ne alt sınıflarda ve ne de üst sınıflarda ciddi anlamda demokrasi talebi kalmadı. Her kesim kendi gettosuna hapsoldu. Kimlik, inanç ve hemşerilik bazında cemaatler oluştu. Özgür birey kimlikler ortadan kalktı. Kimi siyasetçiler bireysel anlamda; hak, hukuk, adalet, demokrasi, eşitlik, özgürlük talebinde bulundular. Ancak büyük kitlelerin böyle talepleri hiç olmadı. Herkes çürüyen, bu kokuşmuş yeni sistemden pay almak için çalıştı, çalışıyor. Kaçak binada otururken, devlet hazinesi olan araziyi kapatırken, vergi kaçırırken, uyuşturucudan pay alırken, evini Suriyelilere yüksek fiyattan kiraya verirken, kaçak işçi çalıştırırken, üç-beş yerden maaş alırken, yamandığı iktidarın nimetlerinden faydalanırken, hak etmediği yardımları alırken, hak etmediği makamlara gelirken, sahte boşanmalar, sahte sakat raporlarıyla kendilerine maaş bağlatırken, sahte raporlarla askerlikten kaçarken, gizli ve kişiye özel ihalelerle köşeyi dönerken, hiç işe gitmeden bankamatik memuru olunurken; hak, hukuk, adalet istenir mi? İstenmez. Bu talandan pay alamayanların bir kısmı; “sıra bana da gelir, bir gün ben de pay kaparım,” düşüncesiyle sistemin değişmesini ister mi? İstemez. Bu tespitleri yapmadan ve bu olumsuz gelişmeleri görmeden, siyaseti okumak olası değil. Bütün bunları görmeden, ilkeler üzerinden değil de kişiler üzerinden siyasi değerlendirmeler yapanlar çok sığ değerlendirmeler yapmış olurlar. Öyle de oluyor. O kişi değil de falan kişi olsaydı ne değişirdi? Hiçbir şey değişmezdi. Seçimlerde hemen hemen yapılabilecek her şey yapıldı. Sadece iktidarın dili ile iktidardakilere yanıt verilmedi. Kılıçdaroğlu kabalaşmadı, sövmedi, saymadı, kimlik ve inanç siyaseti yapmadı. Bölünen, ayrışan, iç çatışmalara doğru gidişi durdurmak için başka bir yol tuttu. Barışı ve kardeşliği önceledi. Ancak göremediği toplumdaki sosyo-kültürel yozlaşmaydı. Bu nedenle; yalan ve montaj kasetlere, kine, nefrete, inanç bezirganlığına ve ırkçı söylemlere baş vurmadı ve rakiplerine değil, çeteleşmiş parti devletine yenildi. Bu durumda, Kılıçdaroğlu değil, kim olsa aynı sonucu alırdı. Bugünden sonra yapılacak siyasi değerlendirmeler, ortaya çıkmış bu yeni sosyo-kültürel yapıya göre biçimlenmeli ve ona uygun mücadele biçimleri geliştirilmelidir. Kişisel kavgalar değil, derin siyasi analizler yapılmalıdır. Yapılabilecek mi? Bilmiyorum. Gördüğüm yine kısır tartışmaların alevleneceği…
Ülkemiz çok büyük bir fırsatı tepti. Değişimi öteledi. Kılıçdaroğlu’nun kimliğinde ortaya çıkan; dürüst, namuslu, ahlaklı siyaset yapma şansını yitirdik. Artık yakın tarihte bu kötü gidişi durduracak yeni bir yapılanma ve mücadelenin ortaya çıkması zor olacak. Elbette bu tespitlerden artık mücadeleye gerek yok şeklinde bir sonuç çıkarılmamalı. Mücadeleye devam edeceğiz ne var ki işimiz dünden zor. Yine de asıl hedef; zoru başarmaktır…