Anasayfa
SUSMAKLA OLMAZ
Mehmet Ataman
16 Aralik 2022

Öyle günler yaşıyoruz ki boğazımıza kadar “…….”battık. Bu ortama sürüklenmemizin baş sorumluları bizler değilsek bile, az ya da çok hepimizin payı var. Öyle anlayışlar ortaya çıktı ki akıl almıyor. Akıl tutulması da diyemiyorum. düpedüz akılsızlıklar yaşıyoruz.

Kurtuluş umudu yaratacak güçlü bir siyasi akım olmayınca, düşünen kimlikler, bir fikrin etrafında toplanamayınca yüz yıl öncesine gidiyoruz. Halâ geçmişteki cumhuriyette yaşadığımızı sanıyoruz. Yeni kurtuluş reçetesi yazamadığımızdan Aydınlanma Devrimimizin reçetelerini arar olduk. Ne var ki o reçeteleri de herkes farklı okuyor. Kimileri de küçümsüyor.

Kendisine muhafazakâr deyip hiçbir şeyi muhafaza edemeyen (etmeyen) tüm değerlerimizi pazara çıkaranları geçtim, kendisine; “ilerici, solcu, devrimci, demokrat, sosyal demokrat” diyenlerden bir kısmı da halâ Aydınlanma Devrimini savunmak için çekimser davranıyor. Ortaya çıktı ki cumhuriyeti; “laik, çağdaş hukuk temelleri üzerine oturtmaya çalışmanın, hilafeti ve saltanatı kaldırmanın, tarikat, tekke ve zaviyeleri kapatmanın” önemi çok büyüktü ancak kimileri tarafından fark edilemedi. Bu devrimler yapılırken hemen hemen hiç kan dökülmemesi, meclis tarafından bizlere bir anlamda hazır verilmesi nedeniyle halkımız tarafından önemleri yeterince kavranamadı. Sadece laiklik bile tamamen gitse neler olabileceğini (6 yaşında bir kızımıza yapılanları ve duyulmayanları anımsayalım) düşünmek bile istemiyorum. Toplumu yüz yıl öncesine (hilâfete ve saltanata) döndürmek isteyenler çok yol aldı. Artık yeter demenin zamanı geldi de geçiyor. Burada en büyük görev siyasi partilere, derneklere, sendikalara düşüyor. Sonrasında aydınlara, kültür sanat ve edebiyat insanlarına, çağdaş yaşama sevdasında olanlara…

Cumhuriyetten yana olan tüm kurum ve kuruluşların yeterli mücadeleyi ortaya koymamalarının yanında, Aydınlanma Devrimi sayesinde ülkemizde yetişen kimi kültür, sanat ve edebiyat insanlarının da yeterince çapa sarf etmediklerini düşünüyorum. Kimisi yaşamlarının son dönemlerinde bu eksiklerini gördüler. Bunun mahcubiyetini dile getirdiler. Kimisi halâ ayıkmadı. Çok saygı duyduğum Yaşar Kemal’in bir sözü var. Der ki “Eğer cesaretim olsaydı, İnce Memed’in destanı gibi Mustafa Kemal’in de destanını yazardım.” Keşke yazsaydı. Muhteşem olurdu. Yine çok saygı duyduğum Aziz Nesin’in; “Ben geçmişte Atatürk ve devrimlerinin değerini yeterince kavrayamamışım ve bundan dolayı üzgünüm,” demesi önemlidir. Nazım’ın Atatürk’ün davetine gitmemesinden dolayı (burada ayrıntıya girmeyeceğim. Davetin ayrıntıları ile ilgili faklı anlatımlar var) sonradan çok üzüldüğü ve İstanbul tutukevinde tutukluyken Nutuk’u okuyup “Kuvayı milliye Destanı’nı (1939 da yazmaya başlamıştır) yazdığı bilinir. İyi ki de yazdı. Bir şair olarak her okuduğumda tüylerim diken diken olur.

Son zamanlarda, bu kara gidişten çıkmak adına ortaya çıkan bir umut ışığı var. Bir demokrasi masasının kurulmasından hepimiz mutluyuz. Hepimiz umutluyuz. Her birimiz bunu söylüyoruz. Ancak şunu da söylemeliyim. Umutlu olmak yetmiyor. Kurtuluşun yolu; birlikte, demokratik akılla, yan yana, omuz omuza yürümek ve mücadele etmekten geçiyor. Bu uğurda hepimize büyük bir sorumluluk düşüyor. Sonsuza dek koyu bir karanlıkta boğulmak istemiyorsak, demokrasiden yana tavır almak ve çalışmak zorundayız.