Hayat, düz ve sıradan rahatlıklardan – yemek içmekten, yalnızca geçinmek için çalışmaktan – ibaret olamaz. Ülkemizde, çevremizde kendisini toplum için, sanat için – sanat da sonuçta topluma artılar döndürür – daha sıra dışı, özel bir şeyler yapabileceklerini, yapanların olduğunu gösterme güdüsü, sanatsal etkinliklerin psikolojik altyapısını oluşturan unsurlardan birisidir. Kültürün, sanatın ve edebiyatın kullanılmasıyla topluma yararlı bir şeyler sunarak bencillikten kurtulmanın, daha rafine ve verimli bir insan olmanın örneklerini veren rol modeli insanlar ve kurumlar tarih boyunca var olmuştur ve bunlar uygarlığın ustabaşıları olarak görev yapmıştır. İnsanlar iyi örneklerden etkilenirler. İnsanın içindeki iyiliğe inanıyorsak, onlara bu iyi örnekleri vermeliyiz. Kaliteli malın kalitesizi kovması gibi. Sanatın ve kültürlü bakışın insan ilişkilerine ve toplum hayatına bir kalite getireceğine olan inancı yitirmemek, bir toplumun canlılığının ve kendisini geleceğe hazırlayabilme potansiyelinin kanıtıdır.
Sanat uğraşısı, onun içinde yer alan ve özel olarak içinde pek çok sanat alanını kapsayan tiyatro, yalnızca bu uğraşın içinde olanlarla tamamlanmaz. Sanatseverlerin, seyircilerin varlığı ve etkinliği, doyurucu ve toplumu geliştirici yaratıcı çevrimin vazgeçilmezleridir. Bu bağlama son yıllarda tiyatro seyircilerinin örgütlendiğini görmekten çok mutluyum. Tiyatronun ülkemizde sanatın sevdirilmesinin ve yaygınlaştırılmasının sağlanmasında neredeyse en güçlü ve köklü bir kaynak olduğuna inanıyorum. Tiyatro hem kent hem kırsal kesim kültürümüzde, tarihsel olarak yer almış. Yozlaşmış örnekleri olsa da, tiyatronun çağdaş ve kaliteli – geleneksel mirasından da yararlanarak – pek çok sanatı da içinde barındıran ve yansıtan bir şemsiye sanat olarak bir toplumsal okul olmasını, olabilmesini dilerim. Her türlü sıkıntıya, güçlüğe karşın, ödenekli tiyatrolar yanında özel tiyatroların, üniversitelerin, yerel yönetimlerin tiyatroya gönül veren, tiyatro seven insanların sayısının arttırılmasına katkıda bulunmayı sürdüreceğine inancımı sürdürüyorum. Bu arada sık sık kendime soruyorum: “Tiyatroya gitmenin yararı nedir? İnsanlar niye tiyatroya gitsinler? Hele de daha önce hiç tiyatroya gitmeyenler!”
Tiyatroya gitmek ve sahnedeki canlı bir oyunu tiyatro salonunda sizin gibi nefes alıp veren kişilerle izlemek çok özel bir deneyim. Tiyatronun ortaya çıkış hikâyesine bakıldığında, atalarımızın ilk kullandığı dil beden dili ve taklit. Doğayı, hayvanları, kendilerini yeniden canlandırmışlar. Dolayısıyla oynamak, taklit etmek, insanlığın kültürel birikiminde, yaşanan deneyimlerin yeni kuşaklara aktarılmasında, toplumsal kümeler içinde belirli algı ve anlayışların doğmasında hayati bir rol oynayagelmiş. Bugün de tiyatroya gidenlerin yaşadığı – boşalma/rahatlama/katarsis – denilen duygunun ortaya çıkış nedeni bu. Kendisini, kendi aynasında, hemcinsleriyle içinde yaşadığı psikolojik ve toplumsal çevrede yeniden gören ve değerlendiren bir insan, hatalarını ve daha da geliştirilecek yanlarının farkındalığını, tiyatronun sunduğu hem sanal ve hem de gerçekçi etkisi olan sahnesinin büyüsüne kapıldığında daha iyi yaşıyor.
Mantığının ve duygularının karmaşık bileşiminden etkilenen insan, zaten hayatının büyük bir bölümünü oyunculukla geçiriyor. Dilimizi taklitle öğreniyor, temel duygularımızın kullanılışını, küçüklüğümüzden itibaren çevremizde bize ayna görevi yapan, kızgınlığını ya da sevincini jest ve mimikleriyle belli eden kişilerden öğreniyoruz. Çocukların yeni bir kültürü öğrenmeleri, sosyalleşmeleri de esas itibariyle en çok oyun tarzında geçen yaşantılarla gerçekleşiyor. Yetişkin olunca da oynadığımız rollerin sayısı artıyor. Resmi ve özel hayatlarımızda taktığımız maskelerin sayısı durmadan çoğalıyor.
Ama tiyatro her zaman, kendimizin ve başkalarının oynadığı rollere dışardan bakmamızı ve bu nedenle de kendi insani davranışlarımızı üçüncü bir gözle dışarıdan eleştirip hayatımıza daha yapıcı ve anlamlı yönler çizmemize katkıda bulunuyor. O halde, kendimizi sanattan ve tiyatrodan mahrum etmeyelim. Oynuyorsak, hakkını vererek sahneye çıkalım…