Kazanılmış başarısızlık sendromu veya öğrenilmiş çaresizlik sendromu , organizmanın göstermiş olduğu tepkilerin sonuca ulaşılamaması durumunda ,sonucu değiştirmeyeceğine karşı oluşan inanç ile gelen bir ruh hali durumudur.
Kişi yaşamaya karşı heveslerini kaybetmeye başlar. Geçimini sağlayabilmesi, yaşamını idame etmeye çalışması için , mecburi olduğu yapması gereken işleri yapmaya devam eder. Bu durum da ciddi anlamda yaratıcılığı ve verimliliği engeller. Bunun yanı sıra düşünme ve algı yetilerinde zayıflama olur çünkü arzu ettiği şeye ulaşmanın kendi elinde olmadığını düşünen kişi yaşama karşı bir şeyleri istemeyi de bırakır. Bununla bağlantılı olarak da kendi seçimleri değersiz gelmeye başlar ve özgüvenlerinde zayıflama olur. Acıyı kabullenmeye başlarlar hem fizyolojik hem de psikolojik acıdan bahsediyorum. Örneğin ;iş yerinde patronu tarafından mobbinge maruz kalan birisinin bununla baş edemeyeceğini düşünüp, bunu kabullenmesi gibi.
Öğretilmiş çaresizlik ise Martin Seligman’ın yaptığı deney ve incelemeler sonucunda; kendisi deneyip başarısız olan bireylerin (iyi niyetle deneyim aktarımı düşüncesi de olsa) çevrelerindeki diğer bireylerin benzer deneyi yapmalarını engellemeye başladıkları bulgusuna ulaşılır.
Öğretilmiş çaresizlik ve kaybetmişlik kültüründe, çevre tarafından bireylere neleri yapamayacakları o kadar güçlü bir biçimde aktarılır ki bireyler içindeki başarma güçlerine, önlerindeki fırsatlara ve karşılaştıkları koşullara bakmaksızın, hiç bir denemede bulunmadan peşinen kaybetmeyi kabullenirler.
Bu bahsettiklerim aslında ne kadar tanıdık geliyor değil mi? Yaşamış olduğumuz şu zor zamanlarda. Her birimiz öğrenilmiş ve öğretilmiş çaresizliği mutlaka tecrübe edindik. Zaman zaman sosyal mecralarda izlediğim sokak röportajlarında dikkat ediyorum kişi durumunu ve gördüğü yaşadığı şeyleri anlattıktan sonra ne yapalım, yapacak bir şey yok deyip konuşmasına son veriyor.
24 Temmuz da Balıkesir de gerçekleştirilen CHP ‘nin üçüncü Milletin Sesi mitinginde kürsüye çıkıp konuşan Ali Duman‘ın insanların bakış açılarını değiştirdiğini ve şekillendirdiğini düşünüyorum. Ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi biyoloji den fizyolojiye kadar değinerek anlattı çiftçinin çaresiz görünen durumunu. Şunları söyledi (beni etkilediği aklımda kalanları yazacağım) : ‘Şeker pancarı, mısır su isterse gece tarlada yatarız, hayvan hastalanırsa ahırda sabahlarız. Ölecek olursa onun canıyla beraber bizimde canımızın yarısı gider. Bakınız sevgili katılımcılar! Demokrasi; bir idare şeklidir. Nedir Demokrasi? Ben Demokrasiyi sağlıklı bir insan vücuduna benzetiyorum. Nasıl sağlıklı bir insanın vücudu,vücudun kanını vücudun en ücra köşesine kadar adaletli bir şekilde basınç yapıyorsa, sağlıklı ve tam bir demokrasi de o ülkenin gayri safi milli hasılasını yurdun en ücra köşesine kadar adaletli bir şekilde dağıtır. Dikkat buyurunuz! Eşit dağıtır demiyorum adaletli diyorum. Yani herkes hizmeti nispetinde gayri safi milli hasılasından payına düşeni alır… Diyorum ki; bu damar mutlaka açılmalıdır! Unutulmamalıdır ki, vücudun herhangi bir yerindeki rahatsızlık vücudun tamamını rahatsız edecektir. Ben üretmesem, biz üretmesek tüketicinizin, sanayicinizin ya da bürokratların neyi var gıda markası olarak? Ben buğday üretiyorum kırk çeşit yemek oluyor, ben süt üretiyorum kırk çeşit yemek, tatlı oluyor… Ama bir tek üreten kişi olarak ben istifade edemiyorum!..’
68 yaşındaki ben doğuştan çiftçiyim diyen Ali Duman‘ın söylediklerini genel hayata ve yaşadıklarımıza yayarsak öğretilmiş ve öğrenilmiş çaresizlikten nasıl çıkıla bilineceğini, kurtuluna bilineceğini de öğrenmiş oluyoruz aslında.
İçinde bulunduğumuz çıkmazda hissettiğimiz maddi - manevi her türlü zorluklarda olaylara duygularımızdan ziyade mantıksal bakıp objektif değerlendirip, telafi edilebilinecek eksikliklerin farkına varıp ve bunları tamamlama aşamasında yine duygularımızı değil aklımızı kullanıp içinde bulunduğumuz çaresizlikten kurtulabiliriz. Hiç kimse çaresizliğinize çare olmayacaktır.
Unutmayalım, ÇARESİZ DEĞİLSİNİZ ÇARE SİZSİNİZ!