“Dil aklın ayak izidir” der dil bilimcileri. Dil, bir düşünme aracıdır. Düşünce ile iç içedir. Düşünceleri, fikirleri, ortaya çıkarmanın bir yoludur. Dil, insanlar arası iletişimin en doğal, en yaygın ve en kolay yolu olduğu gibi millet olmanın ve millet halinde yaşamanın da gereğidir. Dil, kültürün hem bir unsuru hem koruyucusu hem de aktarıcısı olması sebebiyle sadece insanlar arasında anlaşmayı gerçekleştirmekle kalmaz, kültürün nesilden nesile aktarılmasını da sağlar. Diğer taraftan konuşma, bireyin toplumla ilişki kurmasını, topluma kendini ifade edebilmesini sağlayan en etkili araçtır.
Bütün bunlara kısaca değindikten sonra 6112 sayılı Kanunun yayın ilkelerini düzenleyen 8. maddesi Birinci fıkrasının (m) bendinde “Türkçenin, özellikleri ve kuralları bozulmadan doğru, güzel ve anlaşılır şekilde kullanılmasını sağlamak zorundadır; dilin düzeysiz, kaba ve argo kullanımına yer verilemez.’’ Hükmü yer almaktayken Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı’nın halkın belli bir tabanına, muhalif kesimine, sevmediği, benimsemediği sanatçısına, aktörüne, esnafına vs. karşı ayrıştırıcı, bölücü, ötekileyici, aşağılayıcı dil üslubunu kullanarak seslenmesi, konuşması artık büyük bir kesimi bezdirmiştir…
“Milletin huzur ve refahı ve herkesin insan hak ve hürriyetlerinden yararlanmasını kendine ülkü edineceğini ve üzerine aldığı görevi tarafsızlıkla yerine getireceğine ant içen Cumhurbaşkanı Gezi Parkı’nın imara açılmaması, yeşilin ve ağaçların korunması için mücadele veren tüm yurttaşlara yönelik hakaret ve ayrımcılık içeren sözlerin, milletin tamamının temsilcisi olan Cumhurbaşkanı tarafından söylenilmiş olması son derece esef vericidir.
Ben memleketini seven bir yuttaş olarak bu ayrıştırıcı söylemlerden bizzat yılmış ve bezmiş haldeyim...
Türk’üm, Aleviyim, Kürdüm, İNSANIM her şeyden önce! Ben en güzel açılımım. Yaşamım boyunca farklı mezhepten, farklı görüşten, farklı coğrafi bölgelerden etnik kimlikleri olan tanıdığım, konuştuğum , aynı sofrada katığımı bölüştüğüm ve sofrasına misafir olduğum da oldu benim. Bir çok farklı ortak alan ve mekanlarda aynı havayı teneffüs ettiğim insanlar oldu hiç bir zaman birbirimize sen o’sun, sen şusun, ben buyum deyip ötekileştirmedik birbirimizi aşağılamadık hakaret etmedik birbirimize. Bırakın büyükşehirleri, Anadolu’ya gidin bakın. Toplumsal kutuplaşma dediğiniz toplumda yok bu sadece iktidarın yıllardır diline doladığı her bir kriz durumunda kendine gerekçe saydığı sebep yarattığı bir olgudan başka bir şey değil . Toplum birbirini seven, sayan, kucaklayan en dar zamanlar da bile yine imece usulü de olsa elinde olanı olmayanla paylaşan birbirine yardımcı olmaya çalışan bireylerle dolu evet farklı partilere oy veren, farklı görüşlere sahip olan bireyler yok mu var ama birbiriyle bir arada yaşayan, birbirini kabullenmiş ete kemiğe bürünmüş bir toplum var. Birliğin ve beraberliğin hat safhada olması gerektiği bu dönemde toplumun dert ettiği, yeter artık bıktık dediği yükselen feryadı var, toplumda tek kutuplaşma var o da ekonomik krizin neden olduğu maddi manevi zararlar yaratarak bedenen ruhen insanlarda yarattığı zorluklar var. Sanatçısı, öğretmeni, doktoru, mühendisi, işçisi, emeklisi, öğrencisi, esnafı kim yara almadı ki bu dönemde? Bu kadar sorun baş göstermiş, sıra sıra dizilmiş dağ olmuşken insanların tüm bunlar üzerine ötekileştirilmesi, hakaret işitmesi nasıl reva görülür? Bazen kalemim şaşıyor hangi birini yazayım da farkındalık yaratayım diye bazen de kendi kendime söylenir dururdum nasıl da balık hafızalı bireyler olduk diye ama balık hafızalı olmamak da elde değil baktığınızda. İnsanlar her gün benzinin mazotun fiyatın mı takip etsin, güncellenen zamları mı takip etsin, kadına, çocuğa, sağlık görevlilerine uygulanan şiddeti mi takip etsin, her gün haberlerde boy boy çıkıp siyasilerin birbirlerine atıp tutmalarını mı takip etsin, bir taraftan Kıbrıs, Yunanistan, Suriye politikalarını mı takip etsin, gıda krizi kapıda, küresel ısınma kapıda, deprem kapıda hangi birini aklında tutacak tüm bu olayların yanı sıra kendini mi takip etsin… Daha saysam uzar gider bu saydıklarım.
Bazen de kalemim kelimelerin kifayetsiz kaldığı yere geliyor ve duruyorum düşüncelerim akıp gidiyor beynimden ne olacak, nasıl olacak, insan umut denen yaşam kaynağını nasıl var edecek diye…
Sözümün özü; kol bir yerden kırık değil ki...
Bu millet bu kadar zulmü hak etmiyor böylesine ezercesine kutuplaştırılmayı, hakareti hak etmiyor.
Gözleri görmediği halde, gözleri gören insanlara dünyadaki göremediklerini gösteren o kıymetli, o gönlü yüce, o değerli ozanımız Aşık Veysel Şatıroğlu ne demişti bakın:
SENLİK BENLİK NEDİR BIRAK / AŞIK VEYSEL ŞATIROĞLU
Allah birdir Peygamber Hak
Rabbül alemindir mutlak
Senlik benlik nedir bırak
Söyleyim geldi sırası
Kürt’ü Türk’ü ne Çerkez’i
Hep Ademin oğlu kızı
Beraberce şehit gazi
Yanlış var mı ve neresi
Kur’a-na bak İncil’e bak
Dört kitabın dördü de hak
Hakir görüp ırk ayırmak
Hakikatte yüz karası
Binbir ismin birinden tut
Senlik benlik nedir sil at
Tuttuğun yola doğru git
Yoldan çıkıp olma asi
Yezit nedir, ne kızılbaş
Değil miyiz hep bir kardaş
Bizi yakar bizim ataş
Söndürmektir tek çaresi
Kişi ne çeker dilinden
Hem belinden, hem elinden
Hayır ve şer emelinden
Hakikat bunun burası
Şu alemi yaratan bir
Odur külli şeye Kadir
Alevi Sünnilik nedir
Menfaattir varvarası
Cümle canlı hep topraktan
Var olmuştur emir Haktan
Rahmet dile sen Allahtan
Tükenmez rahmet deryası
Veysel sapma sağa sola
Sen Allahtan birlik dile
İkilikten gelir bela
Dava insanlık davası