Anasayfa
SENDEN ÖNCE KADIN SENDEN SONRA ANNE
Hasibe Boztepe
09 Mayis 2022

Oğlum! Senden önce annen, karanlık, tatsız tuzsuz, çocuktan bozma bir kadındı. Ruhunda kronik bir kış.... Dünyevi grilere tutsak, gözbebeklerinden arabesk Çarşambalar sarkan, hani içgüveysinden hallice; denizaşırı bir kuşkanadı... Yıllar, yollar, yorgunluklar... Çimensiz, yosunsuz sürgünler… Mış gibi yaşanan yaşanmamışlıklar… Omzunda kör, kambur tonlarca ağırlık... Dudaklarında irin gibi yapışkan, kimyevi bin avuç çığlık...

Senden önce oğlum ben, örümcek bağlamış iç sesimle şöyle böyle ıslıklar çalıyor, aynada kirpiklerimin tozunu alıyor, daha çok insandan kaçıyor, babana daha çok sataşıyor; daha daha... Demem o ki canımın çanağındaki en güzel tadım, her şeye geç kalıyor; hiçbir şeye balıklama dalıyordum. Her güne aynı uyanıyordum örneğin. Bir gün omzum ağrıyordu, öteki gün kalbim… Hastalıklı yanlarımı budamaya yoktu ki mecalim! Saçlarımı gagalayan rüzgâra diş biliyordum boyuna. Kuş sesleri biriktiremedikçe, gökyüzüsüz kalıyordum sabahları bir de. Mavisiz, kederli, güneşe ırak, kendine tutsak... Sen bilmezsin küçüğüm, karanlık nasıl kemirgen bir vampirdir; bilemezsin; anlatamam; anlatmayayım, bilme de zaten… Bir arpa boyu yaşamamışlığıma hayıflanıyor, kendime acıyordum bana gelemediğin o günlerde. Sıtma tutuyordu gecelerimi, ben gece kusuyordum, geceler beni. Aklımı zorlayan, gönlümü kafese tıkan bir yığın fikir leşiyle boğuşmak, ruhuma avuç avuç darağacı düğümlüyordu. Yol-yordam bilmeyen şiirler karalıyor, rüyalarımı hayra yormuyordum dahası. Amalara sığınıyor, belkilere bel bağlıyordum. Sözün özü, senden önce yarınsız, yarım, yamalı yaşıyordum. Sensiz, eski, eksik, evsizdim. Yolsuz, yoksul, yoksundum. Adıma anlam yükleyen varlığına aç, sesine muhtaçtım; kimsenin bilmediği yaralarım vardı ruhumun derisinin altında. Suskundum, susuzdum; suçluydum her kavgada. Senden önce ehlileştirilmemiş sayısız benler vardı yürek zarımda. Ah adımın yarısı dediğim, canımın hepsi bildiğim… Bir kuşluk vakti şükür ki, senden önceler tarih oldu, sonsuz, sınırsız, koşulsuz sevmelerin kapısı aralandı. Öyle bir geldin ki… Öyle güzel bir gelişti ki o! Tüm bekleyişlere değen, çekilen acıların üstünü çizen taptaze bir merhabaydı minik ellerinin dünyayı kavrama telaşı. Çölü emziren bağrıma, bir bahar sabahı muştusu savurdu sesinin çocuk yanı. Cenneti serdin ayakucuma; ellerimi karanfil fıçısına bandırır gibi; ben seni değil, sen benden binlerce anne doğurur gibi… İki yarım elmayı bütünleyen gelişine ne mutlu! Gelişinle, öylesine başka bir ritme dönüştü ki varlığımın kırılgan halleri. Vuslatın o baş döndüren tadı değdiğinde dudaklarıma, anladım; anneliğin yeniden doğmak olduğunu. Gelişin fısıldadı usulca kulağıma senden sonra bedenimin etten, kemikten fazlası olduğunu. Anladım evet, kadının asıl adının anne, olduğunu. Hiç yazmadı kitaplar ve haykırmadı şarkılar hiç. Ondandır sarılınca fark etmem tek kişilik bedende iki kişinin var olduğunu. Meğer çoğalmakmış annelik! Kök salmakmış bir başka coğrafyada tomar tomar. Damlayken deniz olmak, mavi mavi gökyüzü çağlamak, hep masallara inanmakmış. Karanlıktan umut, acıdan bal devşirmek; yüzünü güneşe dönmek, kendini yürek dolusu sevmek, her an yeni bir şeyler keşfetmek, öğrenmeyi öğrenmekmiş sonra. Suya yürüyen bir çiçek gibi, ayla yıldızın milyon yıllık söylencesi gibi…  

Senden sonra annen oğlum, içindeki müziği sonuna kadar açan bir bayram sabahı… Alkış alkış yükselen sevinç, kabına sığmayan bir şevk cümbüşü, gökyüzüne değen el, bazen en yufka yürek, bazen dünyayı yeniden kuracak kadar heybetli bir dağ; çok sesli göveren bahar bahçesi, iyinin özüne erişmek için yola çıkan bir seyyah… Arayışı arayan mistik bir dergâh… senden önce annen ne kadar az… Senden sonra annen, öyle çok şey ki…

Oğlum senden sonra annen, yüzü yaşama dönük bir ışık halkası, her şeyden önce anne, her an çoğalan bir bereket tarlası, mucizelere inanan bir top umut yumağı... Her aldığı nefese şükreden, Allah’ın verdiklerine kanaat eden, vermediklerine daha çok sabreden bir kul... Demem o ki yarına uzanan elim, en kıymetlim, senden sonra ben daha çok şiir, çokça dile düşmüş şarkı, tas tas umut… Daha fazla coşku, asırlık mutluluk, kucak dolusu çocuk... Hep hayal, hep çaba, en bilge, en çok anaç, değişip dönüşmeye açık, başarıya inanan, daha da azimli, kararlı, yapıcı, daha bir güven, daha tiz bir ses; ayakları yere basan daha güçlü bir insan yavrusu… Senden sonra ben… Daha çok kadın…  daha çok evlat, daha bir eş, daha büyük bir aile... Bağışlayan, hoş gören daha iyi bir insan; ama en çok, en fazla, en, en... Büyük harflerle anne, senin annen...

Ben, anneyim; annenim işte senin. Sen bana her “Anne” dediğinde yağmur kokuyor ellerim; sen bana her “anne” dediğinde sonsuz bir şükrü bayraklaştırıyor dilim. Ana vatanım, canımın çekirdeğine gizlenen tohum… Ninni ninni emzirdiğim, dualarla beslediğim, gülüşüyle dirildiğim, sızısıyla delirdiğim küçük dünyam… Bilmem ki kim kime muhtaç yaşamak için? Saçımın her teline, canımın her zerresine sızan sen; iyi ki doğurdun sıradan kadınlığımdan kahraman bir anneyi. Her kadın anne, doğar öyle ya! Ama… Gönül telimi titreten ince sazım, ağız dolusu şükür ki, senin annen olmak nasip oldu bana.