Bu yazı, büyük ozan Aşık Veysel’in ölüm yıl dönümünde, onun anısını yaşatmak için kaleme alınmıştır. Onu sadece 21 Martlarda hatırlamadığımızın somut bir ifadesidir bu yazı.
Uzun, ince bir yolda yürüdü Veysel. Karanlık emzirirken çocukluğunu o, erkenden büyümenin omuzlarına yüklediği ağırlıkla, yaşamın girdaplarında, gelgitlerin kıskacında sûretiyle tanıştı sazın. Giydi hem bedenine, hem de ruhuna aşk denilen zelzeleyi.
İki kapılı handa, esmerliğine inat, bakışlarındaki aykırılığa inat, masmavi memleket türküleri söyleyerek yol aldı Veysel. Hiç görmediği güneşe boyadı kelimeleri; yağmurunda ıslandı ilkyazların; ilkyazları dokudu sazının parmaklarına. Diyar diyar soludu ışığı; paylaştıkça içindeki ışığı çoğalttı. Her yanı sardı yeşil, mavi, ak ve kırmızı... Katıksız gözleriyle, bilgece elleriyle, masalsı bir yaşamı süzüp karanlığından, aydınlık olsun diye memleketinin yarını altına imzasını attı onca dilsiz mısraların. Ücra uçurumlarda çiçek açtıran sazıyla, hoyrat ve kerpiç kasabayı yüreğinin nuruna boğdu. Ayak bastıkça o unutulmuş ufuklara, ufuklar türküye, memleket kokusuna durdu. Veysel, aşık Veysel… Evrenselliği söyleyen, dostluğa çağıran, sevmeyi yaşamın diğer adı sayan büyük ozan… Özünü özümsemiş, karanlığıyla uzlaşmış, yaşamı içselleştirmiş, kendine dönmüş, insanları koşulsuz kabullenmiş o aydınlık adam… Memleketinin sesini dünden bugüne taşıyan, yarınlara derya misali sonsuz ve masmavi akan engin yürekli insan… Seni anlatırken öylesine kısır ki kelimeler… “Dostlar beni hatırlasın.” Diye paralıyorsun ya kendini, hani bölüşürken sevgini en yabanî kırlangıçla, nasıl da soyutlanıyorsun bencilliğinden! Almadan veren, verdikçe yaşamdan haz alan yüreğinle ne de mavi duruyorsun karanlığın burcunda. “Güzelliğin on par etmez bu bendeki aşk olmasa.” Diye mırıldanırken gökyüzünün duvarlarına, sesin ne kadar da tanıdık, sevdan ne kadar da sıra dışı…
Şimdi biz kıyasıya bir savaşın içindeyiz; cehennemi püskürtüyoruz birbirimizin üstüne. Sevmelerimiz sanal ve yapay. Gülen gözlerimiz mi? Onlar bir eskicinin küflenmiş sepetinde. Aydınlık ellerimizi albümlere hapsettik; memleket kokan türkülerimize repler raklar üşüştü. Rafa kalktı evrenselliğimiz; bencillik sardı her yanımızı. Hesapsızca sıkılan ellerden eser yok şimdi merhabalarda. Kabuk bağladı koşulsuz vermelerimiz; nasırlaştı üretkenliğimiz. Ruhumuz ön yargılar giyindi; dostluklar rafa kalktı. İşte sana hasret bu yüzden çoraklığı içine sindiremeyen nice yürek. Senin o insanlık aşkına, aşkla çırpınışına, sazındaki davetkar duruluğa, aydınlık merhabaya susadık. Acıktık memleketimize dokuyan türkülerine; “Beni hor görme kardaşım, sen altınsın; ben tunç muyum?” diye dehlizleri sorgulayan, karanlığı süpürmek için bahara balıklama dalan dost sesine. Sesindeki tını öylesine sıcacık, öylesine kahramanca ki… insan yaşama tutkusunu iliklerinde duyumsuyor sanki; sanki Anadolu kokuyor baştan ayağa hoyrat sokakların hücrelerindeki kimsesizliğe inat. Ah Veysel, sazı sözü bir Veysel… Dostlar seni unutmadı; yarı yolda bıraktın gidişinle dostlarını. Cömert toprağın bağrında, sırt sırta verip ölümün sükût ve hür benliğiyle sonsuz bir ummanda uyuyorsun. Ne büyük deryadır kim bilir o buğday tarlası… Sazın öksüz kaldı; arkanda kanayan çığlıklar ormanı… “Ben gidersem sazım sen kal dünyada. Gizli sırlarımı aşikâr etme.” Diye çocukluğunu, anılarını emanet ettiğin sazın şimdi Neşet Ertaş’ların yürek damında. O damlarda doğuyor yeni toprak kokuları; o damlardan karışıyor sabahlarımıza taze ekmek kokuları… O sesler ki örüyor içimize Anadolu’muzun buram buram baharlarını.
Uzun ince bir yolda kısacık ama apaydınlık adımlarla yürüdü Veysel. Mağrur başıyla kafa tutarak karanlığa, zorbalığa direndi Veysel. KENDİ OLARAK YAŞADI Kendince asilce. Sevmeyi sevdi Veysel; umuda çağırdı tüm insanlığı sonsuz sevgisiyle. Bereketli bir hayat sundu sazıyla Veysel; herkes nasiplendi sofrasından; açtığı eller nice çöl rengi yüreğe bahar taşıdı. Uçurumda çiçeklendi gülüşüyle Veysel. Biriktirdiklerini, yaşanmışlıklarını dünden bugüne yüreklere kazıdı; yarınların altına tertemiz imzasını attı. Veysel bu dünyayı dilsiz bir cennete boyadı. İyi ki sazıyla, sözüyle dipsiz kuyulara, karanlığı giyinen ruhlara dilindeki türküyle ışık oldu Veysel. Onu nasıl unuturuz; nasıl onun yaşama tutunuşundan soyutlanırız; o bizim yaşama açılan penceremiz, yaşama tuttuğumuz aynamız. Ona kendimi görüyor, kendimizle yüzleşiyoruz. Bil ki Veysel sen sonsuza dek bizim aramızda ürettiklerinle kalacaksın. Sonsuza dek ışığınla bizi nura boğacak, bizimle bu ışığı yaşayacaksın.