“Her güzelin bir kusuru olur,” demişler de sizin pek çok kusurun var be kardeşim! Saymakla bitmez. Hadi birkaçını sayalım: Her olanaktan yararlan, her yolu dene, yapabileceğin, yapamayacağın her sözü ver, insanlar, sana inansınlar. Dilediğin oruna (makama) çık; bir dönem göz boyayan işler yap, halkın bir kısmını arkana al, sonrasında kendinin ve yakın çevrenin çıkarlarına yönel, görsel ve yazılı basını ele geçir, kendine bağlı sermaye sınıfı oluşur. Sonuna kadar sana bağlı oligarklar yarat. Sana oy vermeyenlere tepeden bak, bir müddet sonra, sana oy verenleri de seninle yürümekten vazgeçtikleri an, düşman belle. Yola çıktığın bütün arkadaşlarını yolda bırak. Bu davranışlar, orun iyesi (makam sahibi) bir insana yakışır mı?
Her beğenmediğinize; “git” demek…
Her muhalife; “terörist, hain” etiketi yapıştırmak…
Her eleştiriyi; “hakaret” saymak…
Her aykırıya; “sapık” demek…
Her gördüğüne, sadece; “para eder mi?” gözüyle bakmak…
Her güzele; benim olsa,” diye yaklaşmak…
Her insanı; “bizden mi, değil mi?” şeklinde ayrıştırmak…
Her olanağı yandaşlarına sunmak, belli bir orun iyesi insanlara yakışır mı?
Devletin birliğini temsil eden bir yönetici, yönetmeye çalıştığı toplum içindeki insanları; köken, inanç, cinsiyet, cinsel tercih, siyasi duruş, sosyal statü, sınıf ayrımcılığına tabi tutar mı?
“Hava günlük güneşlikken, şemsiyeyi küçümsemek, yaz gününde sobayı gereksiz görmek, toklukta yemek beğenmeyip, açlıkta her nimete; ‘benim,’ diye saldırmak,” orun iyesi insanlara yakışır mı? İnsan; aynaya bakabilmeli, gördüğünü eleştirebilmeli, eksik ve yanlış yaptıklarını belirleyebilmeli, eksik yanlarını törpüleyebilmeli, yanlışlarını düzeltebilmelidir. Ulusal değerlerle ne derece örtüştüğünü sorgulayabilmeli ve evrensel insani değerlerle ne derece uyum sağladığını bilebilmelidir. Orun sahibi insanlar; yapıcı, birleştirici, alçak gönüllü ve insancıl olmalıdırlar.
Ülkemizi yönetenler, ne yazık ki bulundukları orunlara kimler sayesinde ve kimlerin açtığı yollardan yürüyerek geldiklerini unutarak, rahat günlerde, kurucu değerlerimize ve kurucularımıza saldırabiliyor, zor günlerde, dönüp onlara sarılabiliyorlar. Coğrafyamızda son günlerde yaşanmakta olan lânet; “Rusya-Ukrayna” savaşında da tekrar kurucularımızın; “Yurtta barış, dünyada barış,” ilkesine sarıldılar. İyi de yaptılar. Umarım bu tutumlarını değiştirmezler. Sonuna dek sürdürebilirler. Dilerim geçmişte olduğu gibi bizim olmayan savaşlara bulaşmazlar. Bu konuda karnelerinin zayıflığı hepimizin bilgisi dâhilindedir.
2. Dünya Savaşı’nda dünyanın bütün emperyalistlerinin sıkıştırmasına rağmen, savaşın dışında kalması çok büyük bir başarıydı. Ancak bunu bile; ”Savaşa girmeyerek, milletin erkekliği ile oynadınız,” diye eleştiren bir geleneğe sahip politikacılara güvenmek zor oluyor. O büyük savaşta bile, barış içinde kalmamızı; “Milleti aç bıraktınız, ekmeği karneye bağladınız,” şeklinde yeren bir gelenekten gelenlere inanmak zor oluyor. Savaşın ardından geçtiğimiz çok partili sistemde, propaganda amacıyla, İsmet Paşa’ya; “asker kaçağıdır,” diyebilen bir gelenekten gelen bir anlayışa güvenmek zor oluyor. Hatta bu geleneği de aşarak, rahat günlerinde, kurucularımıza; “iki ayyaş” diyebilen bir zihniyet, umarım bizi bir serüvene sürüklemez. Zira Batı yine sıkıştırıyor.
Batı’nın, Doğu’ya dönük yüzü karanlıktır. Kendi halklarına dönük olan yüzleri demokratik diğer halkalara dönük olan yüzleri ise karanlık, yıkıcı ve yakıcıdır. Bir de Batı’da da şu an itibariyle demokrat iktidarlar yok. Hemen hemen tüm Batı ülkelerinin yönetimlerinde sağ ve sığ zihniyetler egemendir. Tarihte olanları unutmadık. Ancak Rusya’nın da Batı’ya bakan yüzünün Batılılardan çok farkı yok. Rusya, hangi gerekçeyle olursa olsun, Ukrayna’ya girmesini haklı gösteremez. Egemen bir devletin topraklarına girmek işgaldir. İşgal hiç bir şekilde onaylanamaz.
Yaşadığımız dünyada, aynaya bakamayan, gördüğünü eleştiremeyen, kendini erişilmez sanan, kendine hiç de hak etmediği vasıflar yükleyen, egosuna yenik düşenlerin yarattığı cehennemde; kadınlar, çocuklar, bütün masum insanlar yanıyor. Hepimiz, bu hasta kişiliklerin yarattığı cehenneme düşüyor, bir türlü çıkamıyoruz.
Demokrasi için söylenmiş, şöyle bir cümle vardır: “Demokrasi, bulunabilmiş en kötü rejimdir; ne yazık ki daha iyisi yoktur.” Evet, tek çare demokrasidir. Ancak demokrasilerde seçim yoluyla gelenlerin de en büyük diktatör olması olasıdır. Bu nedenle, seçimi sadece oy vermek olarak düşünmemeli, gerçek demokrat kadroları seçmeyi becerebilmeliyiz.