Kozmopolitanizm kavramı yakın zamanlara kadar tek bir dünya devleti ütopyasıyla ilgili felsefi ve etik bir tutumu ifade etmiştir. Ütopya, kelime anlamı olarak ‘olmayan yer’ şeklinde tercüme edilmektedir. Asıl anlamı ise ‘gerçekleştirilmesi olanaksız düşünce’ şeklinde tanımlanmaktadır. Kozmopolitanizm postmodern dünyanın yeni ütopyası olmuştur. Küreselleşmenin olumlu anlamda taraftarı olanlar ulus-devlet sınırları içerisindeki demokratik sistemin yetersiz kaldığını ifade ederek demokrasinin ulus-ötesini de kapsayan kozmopolit bir yapıya bürünmesi gerektiğini vurgulamışlardır. Küreselleşme süreci, sınırlar arası karşılıklı bağımlılığa ve ulus-devlet toplumları içinde sosyal ve siyasi dönüşümlere neden olmaktadır.
Kozmopolitanizm aynı zamanda ulus-ötesi demokrasinin sağlandığına ve bu merhalede küresel anlamda yönetişimin gerçekleşebileceğine dayanan bir ütopyadır. Kozmopolitan ütopyacılar tarihin sonunun geldiğine dair oluşan iddialara karşın tarihin asıl amacının 1989 Berlin Duvarı’nın yıkılışıyla birlikte gerçekleşmeye başladığını yani dünyanın artan ölçüde karşılıklı olarak bağımlı ve bağlantılı hale gelerek tarihte hiç olmadığı kadar bütünleştiğini ifade etmektedirler. Benzer şekilde kozmopolitanizmi ciddi bir siyasi alternatif olarak ortaya çıkaracak ön koşullarında Berlin Duvarı’nın yıkılışını izleyen süreçte ortaya çıktığını ileri sürmektedirler. Türkiye’de kozmopolitanizmin önemli bir savunucusu olan Cevat Özyurt’a göre; “Kozmopolitanizm, günümüz dünya sorunları karşısında daha bilinçli, daha duyarlı ve daha gerçekçi bir etik duruş olarak görülmektedir. Bir duyarlılık ve kimlik biçimi, olarak yeni kozmopolitanizm tekil veya total bir kültür iddiasına sahip değildir. Ulus-üstü, ulusal ve yerel aktörlerin farklılıklarını koruyarak işbirliği sağlamalarını mümkün kılan bir düzenleyici üst değerdir. Etik ve kültürel bir tutum olarak kozmopolitanizm insanlığın birliğini, farklılıkların hoş görülmesini, tüm insanların aynı ahlak topluluğunun parçası olduğunu, bireysel kimliğin oluşumuna farklı kültürlerin kaynaklık etmesini ve insanların birlikte yaşama eğilimini kapsar. Bu bağlamda, bir kültürel emperyalizm tehdidi değil, böyle bir emperyalizme karşıduyarlılığı sağlar.
Kozmopolitanizmin savunucuları açısından kozmopolitan ütopya ulusal sınırların anlamının kalmadığı ve kaderleri üst üste binmiş dünya halkı için en iyi siyasi çözüm olarak görülmektedir. Habermas, ulusüstü birleşmelerin, ulus-devlet dışında yeniden biçimlenmiş bir demokrasi ile demokrasiyi ulussuzlaştırma atılımlarını vurgulamak amacındadır. Habermas bugün neo-liberalizmin yükselişine ulus-devletten farklı bir demokratik yönetimle yanıt verilebileceğini düşünmektedir. Onun “dünya toplumu” olarak adlandırdığı yeni toplum, özellikle de bilgiye çabuk ulaşabilme olanağı sayesinde ulusalcılıktan uzak bir toplum tipine doğru geçiş sürecinde bulunup ulus-ötesi demokratik yönetim şeklinin gelişmesini sağlayacaktır.
Kozmopolitan demokrasinin sağlanması konusundaki şüpheciler ise; ulus-ötesi demokrasinin sağlanabilmesi söz konusu olsa bile bunun politik ve etik açıdan istenmeyen bir amaç olduğu sonucuna varmaktadırlar. Ulus-ötesi demokrasi kuramlarının merkezinde etkili ulusal demokrasi ve kuralcı bir bağlılık ile devlet ötesi demokrasi isteği arasında çözümü güç bir çatışma vardır. Şüphecilere göre uluslararası karar alma süreci demokratik olamaz. Demokratik ülkelerde halk denetimi aşılması ürkütücü bir sorun ise uluslararası kurumlarda bu sorunun çözümü daha zor olacaktır. Robert A. Dahl ulus-ötesi demokrasi konusunda bir şüpheci olarak şunları dile getirmektedir: “Ne yazık ki gerçekte demokrasi bir avuç minicik kurul dışında tüm demokratik sistemlere yetki vermesinden gerçekte ise bağımlı olmasından dolayı yurttaşlar kitlesi bazı kararları diğerlerine devrederler.” Kuşkucular için küresel demokrasi, sosyolojik açıdan ortak bir siyasi ülküyü paylaşabilecek, duygudaş vatandaşların henüz yokluğu sebebiyle imkansızdır.
Ulrich Beck, kozmopolitanizm hakkında şüpheci bir tavır sergilemektedir. Ona göre Kosova’ya NATO müdahalesi, insan haklarını savunma adı altında meşrulaştırılmıştır. Ulusal egemenliğe dayalı ulus devlet dünya düzeninden kozmopolitan dünya düzenine geçiş, uluslararası hukuktan insan hakları hukukuna bir paradigma değişimini meydana getirir. Birinci modernleşmedeki uluslararası hukukun insan haklarına önceliği, ikinci modernleşmede, insan haklarının uluslararası hukuka önceliği şeklini almıştır. Şimdi insan haklarının taşıyıcıları, ulus
ya da devlet gibi kolektif özneler değil, bireylerdir. Ancak insan haklarını önceleyen sistem, bir değerler sisteminden çok, güç ve iktidar sistemi olarak anlaşılmalıdır.
Günümüzde devletler artık ulus-devlet olmanın sınırları yarattığını ancak piyasa ekonomisi gereği sınırların ortadan kalkıp ulus-ötesi devletlerin doğması gerektiği fikrini ortaya atarak küresel yönetişimleri meşru kılma yoluna gitmişlerdir. ABD, NATO veya AB Güvenlik Konseyi kararlarına göre yönetilen uluslararası arenanın kozmopolitanizmi yarattığını veya yaratacağını düşünmek ütopik bir hal alabilmektedir. Yuval Noah Harari’nin de belirttiği gibi; “Küreselleşme kesinlikle geniş bir insan kesiminin işine yaradı ama hem toplumlar arasında hem de bir toplumun kendi içinde eşitsizlik artışının emareleri görülüyor. Küreselleşmenin meyveleri giderek belli grupların tekeline girerken milyarlarca insan geride bırakılıyor. Şimdiden en zengin yüzde 1' lik grup dünya servetinin yarısını elinde tutuyor. Daha tedirgin edici olanı, en zengin yüz kişinin servetinin en yoksul dört milyar insanın toplam servetinden çok olması. Durum böyleyken kozmopolitanizm gibi tüm ulusların vatandaşlarının eşit olması fikrini benimseyen düşünce biçimlerinin gerçekleşmesi konusundaki iyimser tutum sorgulanmalıdır.