Anasayfa
TÜKENMİŞLİK
İnci Kaya
04 Subat 2022

Kolay bir dönemden geçmiyoruz, herkesin acısı kendine olmadığı gibi, dağımıza göre kar da yağmıyor, herkesin acısı hepimizin artık.

Kapitalist kültürün, ‘’Sürekli satın al, sahip ol’’ mesajı, “en iyisi sensin!”, ”En kusursuzu sen olacaksın!’’ sloganlarıyla dolu olan kişisel gelişim setleri bombardımanı tüketen bireyler şeklini almamızı tetikleyen  etkenler olmaya devam etmekte.

Bir tarafta ekonomik kriz, geçim sıkıntısı, düşük maaşlar ve uzun mesailer, bir tarafta üniversitede en az bir bölüm, yanında da çift ana dal olarak başka bir bölüm okuyup işsiz kalan gençler, emeklilikte yaşa takılıp mağdur olmuş binlerce kişiler, gelirine karşılık giderinin fazlalığı ile kredi borçlarının altında ezilmiş kalmış insanlar… Diğer yandan kimseye güvenmeme, aldatılmalar; hatta kendine yabancılaşma ve kalabalıklar içinde yalnızlaşmalar…

Tüketim çarklarının arasına sıkışmış hayat mücadelesini verirken var olmaya çalışan insanların artık temel sorunu haline gelmeye başlayan “anlamsızlık”. Bu anlamsızlık artık “tükenmişlik”’ elbisesini giydiriyor insanların üzerine.

Sosyal medyanın mutlu yüzleri, gerçek hayatın mutsuz yüzleri aslında çoğu kez. Binlerce takipçisi var ama kaçıyla gerçek hayatta görüşmekte? Denize karşı uzatılmış ayakların fotoğrafını “huzur” etiketiyle sosyal medyada paylaşmanın, huzur olmadığını, insanoğlu yalnız köşesinde derinden hisseder aslında. Buna benzer pek çok örnekler verilebilir. Çoğumuzun telefon rehberinde yüzlerce kişi kayıtlıdır ama bunlardan kaçını halini hatırını sormak için ararız ya da aranırız?

Tükenmişlik elbisesini giymek demiştim ya bu duruma hem günlük hayatta hem de iş hayatında rastlamak pek mümkün son zamanlarda. Günlük hayatta kendimizi enerji kaybına uğramış hisseder, eskisine göre artık her şeyin daha sıkıcı hali aldığı hissine kapılır, öz bakımımızı bırakma halini alırız. İş hayatında ise, sabahları kalkmak zor gelir, kalktığınızda işe gitmek için kendinizi zorlarsınız hatta ayaklarınız her defasında geri geri gidiyor olabilir. Evde, iş yerinde kişiler arası problemler yaşıyor olabilir, memnuniyetlerimizde azalmalar yaşıyor olabiliriz. Tüm bunlar ve daha birçok farklı haller tükenmişlik elbisesinin üzerindeki işlemeler gibidir. Salgın hastalık dolayısıyla farklı sağlık problemlerimiz de baş gösterince artık bağışıklık sistemimizle de başa çıkamama haline gelmek kaçınılmaz oluyor tüm etkenleri birleştirdiğinizde.

Yazımın başında demiştim ya “kolay bir dönemden geçmiyoruz” diye, kendimden biliyorum haber izlemekten, gündemi takip etmekten korkar oldum. Salgının getirmiş olduğu tüm yaşamsal zorlukları gölgesinde bırakan günümüz enflasyonun hali, insanların patlama derecesine gelmiş hali, sağlık personellerinin maruz kaldığı şiddet, kadın cinayetleri, çocuk istismarları, hayvanlara yapılan eziyetler, gördüğü baskı ve yaşadığı sıkıntılardan dolayı canına kıyanlar, siyasilerin birbirlerine karşılıklı çirkin söylemleri ve zaman zaman anlamsız polemikleri inanın farkında olmadan kaskatı ve gergin hali yüklüyor bu taşınası bedene…

Artık çoğumuzun psikolojisi birçok şeyi kaldıramayacak duruma geldi. Herkesin acısı hepimizin.

İster kendimizin ister başkasının en ufak serzenişine yüreklerimiz dayanmıyor ve koy veriyoruz içimize akıttığımız tutamadığımız gözyaşlarımızı…

İhtiyaç var, en fazla da bu ara, sarılmaya, yan yana, el ele, göz göze durmaya, inatla!

Yoksa üç günlük dünyadan beş karış toprağa…

Bizi bir şeylere alıştırıyorlar, bazen anlamıyorum ama ben de alışıyorum farkında olmadan. Üzülüyorum çocuklara, yaşlılara, kadınlara, yakılmış ormanlarımıza, talan edilmiş cennet arazilerimize, varlık içinde yokluk yaşatılmasına, yok yere ölen evlatlara üzülüyorum gönlüm razı gelmiyor. Üzülüyorum, insanların birbirine onca hoyrat, sevgisiz, anlayışsız yaklaşmasına, okumamalarına, araştırmamalarına, üç maymunu oynamalarına üzülüyorum… Kabul etsem bana dert, etmeyip “hadi oradan” desem başkasına… İşine gelmiyor bazılarının mutluluk, ondan yalan geliyor bana kanla, zulümle, çirkin söylemlerle  gelen kutluluk.

Viktor Frankl’inin kurucusu olduğu logoterapi yaklaşımını savunanlardanım. Logoterapi; yaşamın anlamının üç yolla elde edileceğini savunur. Birinci yol bir iş yapmak, bir eser ortaya çıkarmaktır. İkinci yol insanlarla etkileşim kurmak, yaşamaktır. Üçüncü ve son yol acının kaçınılmaz olduğunu bilip buna yönelik tavır gelişmektir.

Ben yaşamış olduğumuz tüm olumsuzluklara rağmen inanıyorum ki bunca haksızlığın bir çıkış kapısı var, ilahi adalet var ve er ya da geç tecelli edecek ve çıkış kapısının ardı bahar bahçe…

Ama zaman, ama kulların hakkı belki benim gibi güvenli yarın arayanların hakkı…

Beklediğimiz ne ise gelmeyecek, bugün toparlanmaya kendimizden başlamalı.

Elbet geçecek bu zor zamanlarda. Zaten ne der Aşık; SEKİZ AY KIŞIMIZ ÜÇ AY AYAZIMIZ BİR AY YAZIMIZ OLUR BİZİM