Anasayfa
ÇALIŞMA HAYATINDA CİNSİYET AYRIMCILIĞI
Ayşe Mente
03 Subat 2022

Toplumsal cinsiyet; geleneğin, tarihsel aktarımın, toplumsal normların birer parçası olmakla birlikte cinsiyetler üzerinde tahakküm kurabilecek bir kader anlayışı değildir. Toplumsal cinsiyet kavramı özellikle ataerkil toplumlarda kadınların ve erkeklerin sosyal rollerinde belirleyici bir unsur olmuştur. Öyle ki; Sanayi Devrimi ile birlikte ücretli emeğe tabi olan kadın ve erkeklerin çalışma hayatında dahi cinsiyet kalıp yargıları belirleyici bir hale gelmiştir.

Ucuz işgücü olan, sosyal güvencesiz veya az mesai saatleri olan işler ‘kadın işi’; daha çok ücret kazandıran, sosyal güvencesi işyeri tarafından düzenli olarak sağlanan, güce dayalı veya eğitim seviyesinin önemli olduğu işler ise ‘erkek işi’ olarak görülmüştür.

Buna bağlı olarak işe alımlarda, çalışan bireylerin çalışma şartlarında veya direkt olarak çalışma yaşamının içerisinde cinsiyete bağlı ayrımcılıklar gözlemlenmiştir. Türkiye’de ve dünyada konuyla ilgili yapılan istatistikler hâlihazırda var olan ayrımcılıkların altını çizmektedir.

Türkiye’de kadının kamusal alandan çıkarılıp özel alana dahil edildiği kültürel değişimlerden uzun bir süre geçmiş, gelişmekte olan ülkeler seviyesine ilerlenmiş ve yeni ekonomik sistemler benimsenmiş ancak kültürel faktörler yine de etkisini göstermeye devam etmiştir.

Günümüzde kadın çalışma hayatına dahil olsa da kadının ilk sorumluluğunu her zaman ev işleri, çocuk bakımı ve aile kurma gibi ücretsiz ev emeği oluşturmuştur. Sosyal normlar anneliği yüceltmiş buna karşın çalışan kadına çalışma hayatında baskı uygulamaya devam etmiştir. Kadınların çalışma hayatında karşılaştıkları sorunlar: Temel ve Mesleki Eğitimde Eşitsizlik, İstihdam ve Kariyerde Eşitsizlik, Ücretlendirmede Eşitsizlik, Sosyal Haklardan Yararlanmada Eşitsizlik ve İşyerinde Cinsel Taciz, Mobbing ve Rekabet’tir.

İlk olarak ülkemizde kadınların eğitim hayatına dahil olabilmesi 1869 Maarif-i Umumiye Nizamnâmesi’nin açılmasıyla birlikte gerçekleşmiştir. Ancak hem ülkemizde hem de dünyanın pek çok ülkesinde kadınların eğitim durumları erkeklere oranla daha düşük rakamlarda kalmıştır. Oysa kadınların eğitim haklarından yararlanmaları toplumsal açıdan önemli bir işleve sahiptir. Toplumun en küçük yapı birimi olan ailenin sağlıklı bir yapıda olabilmesi kadının eğitim durumuyla yakından ilişkili olmaktadır. Aynı zamanda kadınlar yetersiz eğitimin bir sonucu olarak çalışma hayatında niteliksiz kadın işgücü ve erkek işgücünün ikamesi olarak görülmüşlerdir. Nitelikli eğitim alamamanın yarattığı sorunlar sonucunda diyebiliriz ki kadınların eğitim şartları yükseldikçe çalışma koşulları da iyileşmektedir.

Dünyada ve Türkiye’deki gelişmeler eğitimli nitelikli işgücünü öne çıkarırken, özellikle ülkemizde üniversite eğitimi almış kadınların işgücüne katılım oranının %90’nın üzerinde seyrettiği görülmektedir.

İstihdam ve kariyerde eşitsizlik sorunu ise; toplumsal cinsiyet rollerinin ayırmış olduğu kadınlık ve erkeklik rollerinin gereği olarak bazı işlerin ‘kadın işi’ bazılarının ise ‘erkek işi’ olarak değerlendirilmesiyle birlikte çalışma alanının sınırlandırılmasıyla gerçekleşmektedir. Güler yüz, el becerisi, cinsel cazibe gerektiren işler, toplumsal konulara ilişkin işler yahut kadınların ev içi sorumluluklarının ev dışındaki bir uzantısı olarak görülen eğitim, bakım ve temizlik işleri genel anlamda “kadın işi” olarak görülmektedir. Dolayısıyla yüksek vasıflı işler kadının istihdamına kapalı kalmıştır. Terfilerde ve kadınların kariyer basamaklarındaki yükselişinde işverenler tarafından görülen en önemli engellerden biri çocuk sahibi olma durumudur. Bunun temel sebebi işyerlerinde kadınlara hamilelik süresince ücretli izin verme olgusunun işverenler açısından onaylanmamasıdır.

Kadınların iş yaşamında karşılaştıkları bir diğer sorun ise; erkeklere oranla daha az ücret almalarıdır. Geleneksel aile yapısının henüz yeni yeni değişime uğradığı günümüz toplumlarında kadın da iş hayatında yer alarak evin geçimine katkı sağlamak durumunda kalmıştır. Bu durum ise kadının yaptığı işi yalnızca bir ek gelir olarak düşündürmüş ve kadının düşük ücretli işlerde yer almasına yol açmıştır. Böylece dünyada genel olarak kadınlar ile erkeklerin aldığı ücretler arasında büyük farklar oluşmuştur.

Kadınların cinsiyete dayalı ayrımcılık sonucunda dahil oldukları işkolları sosyal haklardan yaralanmaları konusunda da ayrım yapmaktadır. İş güvencesi olmayan vasıfsız işlerden çalışan kadınlar çoğunlukla sendikal örgütlenme ve sosyal güvence elde etme haklarından yoksun bırakılmışlardır. Diğer taraftan kadınlar gebelik ve doğum gibi durumlarda işten çıkarılmaktadırlar. Analık hallerinin korunması konusunda yasalar bulunsa da doğum sonrasında kadının işe dönme haklarını koruyacak düzenlemeler yer almamaktadır. Mobbing ve cinsel taciz çalışma yaşamında çok yaygın problemlerdir. Mağdurlarını ise çoğunlukla kadın çalışanlar oluşturmakla beraber erkek egemen iş yaşamı kadını yıldırma, psikolojik ve fiziksel baskı yapmak gibi pek çok sebeple kadınların çalışma ve toplumsal hayatını olumsuz yönde etkileyecek olan bu tutumlara başvurmaktadır.

Ülkemizde cinsel taciz konusunda çıkarılan kanunlar mağdurları korumaya yönelik olmuştur. İş Kanunu’nun 13.maddesine göre; ‘kişinin ahlakına, şerefine… ve kişilik haklarına saldırıda bulunulup istifaya zorlanılması ve istifa ettirilmesi’ halinde, eğer kişi 6 gün içinde yasal hakkını kullanmak üzere İş Mahkemesi’ne başvuruda bulunursa ve dava lehine sonuçlanırsa kıdem tazminatı alabilmektedir. Ancak kişinin yeniden işine dönebilmesi konusunda herhangi bir düzenleme olmamakla birlikte bu durum cinsiyete dayalı ayrımcılığa bağlı olarak kadının cinsel tacize uğradığı işyerinde tekrar çalışmasının uygun olmayacağının düşünülmesiyle ilişkilidir.

Kadınların bir diğer sorunu da çalışma yaşamında erkekler ile rekabet edemeyerek onların alt kademelerinde çalışmaya zorlanmalarıdır. Bu durumun en temel sebebi eğitim konusunda kadınların dezavantajıdır. Buna göre yüksek seviyede eğitim alamayan kadınlar erkeklerden daha düşük statülerde iş yaşamında yerini alırlarken çalışma performansları arka planda kalarak eğitimdeki eşitsiz durumu erkek çalışanları iş yerindeki rekabette galip hale getirmektedir.

Sonuç olarak cinsiyet kalıp yargıları ve cinsiyete dayalı ayrımcılık dünyanın pek çok yerinde hala aşılamamış önemli bir problemdir. Hollywood filmlerindeki yönetici kadınlara verilen olumsuz niteliklerle, sosyal ve siyasal politikalarla, ekonomik sistemlerin dayattığı cinsiyetçi tüketim nesneleriyle ve toplumsal cinsiyet rolleriyle birlikte sürekli olarak yeniden üretilen cinsiyete dayalı ayrımcılık uzun vadede çözüme kavuşamamaktadır.

Bu durumda yapılması gereken temel şey ise dönüşümü tabandan başlatarak her türlü cinsiyetçi söylemden, yaklaşımdan veya faaliyetten yalıtılmış bir sosyal çevreyi mümkün kılmaktır. Ataerkil yapı eşitsizliğe yol açmaktadır ve ataerkillik konusundaki muhafazakar tutum eğer toplumda olumsuz sonuçlar doğurabilecek olaylara yol açacaksa bu tutumdan vazgeçmek gerekebilir.