Genel bir tanım olarak sanat; bir duygunun, tasarımın, güzelliğin vb. dışavurumunda, anlatımında kullanılan yöntemlerin tümü, bu yöntemlerle ortaya konulan üstün yaratıcılık. Sanatçı ise; güzel sanatların herhangi bir dalında yaratıcılığı olan yapıtlar veren kimse, tiyatro, sinema, müzik gibi alanlarda yaratılmış sanat yapıtlarını oynayan, yorumlayan, uygulayan kimse olarak tanımlanmaktadır.
Çağdaş Türkiye’nin kurucusu ve 20.yüzyılın siyasi hayatına yön veren ender devlet adamlarından biri olarak dünya tarihinde yerini alan Mustafa Kemal Atatürk, sanatın yaratıcısı ve taşıyıcısı sıfatıyla sanatçılara büyük bir değer vermiştir. Çünkü sanatkarlık doğuştan gelen, Allah vergisi bir özelliktir. Sanatçının yaratıcı özelliğinin kaynağını en yüce duygulardan biri olan sevgi teşkil eder.
Sanatçılar toplumu yüksek ideallere ulaştıran insanlardır. Toplumun aynası olmaları nedeniyle bir milletin gelişim sürecini sanatçıları takip ederek anlamak mümkündür. Bu anlamda sanatçılar zor ama önemli görevler üstlenmişlerdir. Mustafa Kemal Atatürk, bir temsil sonrasında elini öpmek isteyen tiyatro sanatçılarına vefa duyguları ile söylediği: “Sanatkar el öpmez sanatkarın eli öpülür.” (Utkan Kocatürk A.G.M syf.153-155) sözleri, Atatürk ‘ün sanatçılara verdiği değerin önemli bir kanıtını teşkil etmektedir.
Atatürk, dönemin yeni şairlerinden, ediplerinden, musiki bilginlerden ve özellikle ses sanatçılarından beklentilerini şu şekilde dile getirmiştir: “Biz, bir Türk bestesini dinlediğimiz zaman ondan geçmişin uyanma bırakması lazım gelen hikayesini kalbimize giren oklar gibi duymak isteriz. Acı olsun, tatlı olsun. Biz bir beste dinlerken ve farkında olmaksızın hislerimizin incelir olduğunu duymak isteriz. Bütün bunlardan başka musikiden beklediğimizin maddi, fikri ve hissi uyanıklık ve çevikliğin takviyesi olduğuna şüphe yoktur.’’ (Ulus Gazetesi B. Kemal Ünal; Musikiye Ait Bir Not 10.11.1939) Bu söylemden anlaşılacağı üzere, Atatürk sanatçılardan geçmişle anlamlı bir bağ kuran ve geleceğe dair yeni umutlar aşılayan bir musiki beklentisi içindedir.
Sanatçılar düzenin değil kaosun çocuklarıdır. Birilerine iyilik olsun diye değil, doğuştan sahip oldukları (hani toplumun Allah vergisi diye tabir ettiği) hastalıkları, eksiklikleri, acıları tedavi edebilmek için yaratırlar. Sanatçıları kendi ölçülerinizle sevemezsiniz, onlara değebilmek için benzer yanlarınızı arasanız bulamazsınız. En saygıdeğerlerinin hayatı bile kalıplarınıza sığamaz. Mozart’ı, Beethoven’i, Wagner‘ı bir insan olarak sevmeye uğraşırsanız zorlanırsınız; onları ancak müzikleriyle sevmek mümkündür.
Toplum sanatçılara hayali misyonlar yükler. Sanatçı, topluma örnek olmalı, ahlaklı olmalı, dürüst olmalı, iyi kalpli olmalı, efendi olmalı, saygılı olmalı, mütevazı olmalı. Toplum ve sanatçılar arasındaki alanda gezinen duygular bazen çok farklıdır. Kolayca tarif edilemeyecek kadar karmaşıktır. Toplum ya da kalabalıklar sanatçıya hem hayranlık duyar hem küçümserler hem sever hem kızarlar hem beğenir hem kıskanırlar, hem çok akıllı bulur hem çok saf olduklarına inanırlar “Yaratıcılığın bize benzemiyor ama hayatın bize benzesin’’ derler, bunu dediklerinin farkına bile varmadan. Yaptıkları bizim yaptıklarımızdan farklı olan birinin hayatı nasıl bizim hayatımız gibi olabilir sorusunu da sormazlar. Sizin bilmediğiniz bir karanlığın çocuklarıdır sanatçılar, sizin bilmediğiniz bir acıyı çektiklerinden öfkeli ve isyankarlar hayatın çeperlerine sığmayan kanatlarıyla ne bu hayatı bırakıp gidebiliyorlar ne de bu hayatın içinde yaşayabiliyorlar; çalışma odalarında, atölyelerinde, stüdyolarında sürekli yeni yüzler yaratıp duruyorlar sizlere göstermek için, ama insafsızsınız; yarattıkları tüm her şeyi bir yana itip en arkadakini saklananı, gösterilmeyeni görmek istiyorsunuz.
Gündeme değinecek olduğumda, bir çoğumuzun sosyal medya vb. mecralarda tanık olduğu Sezen Aksu’ya karşı başlatılan linç kampanyası hakkında birkaç şey yazmadan evvel TC. Anayasası 64.Madde hatırlatmak isterim. “Devlet, sanat faaliyetlerini ve sanatçıyı korur. Sanat eserlerinin ve sanatçının korunması, değerlendirilmesi, desteklenmesi ve sanat sevgisinin yayılması için gereken tedbirleri alır.’’ Hükmü bu kadar açık ve net ortadayken bu açık hükme rağmen 2017 yılında Sezen Aksu’ nun yazmış olduğu bir şarkısının (bu arada 2017 senesinde bu akıl neredeymiş acaba?) dizelerinde geçmekte olan “Selam Söyleyin O Cahil Havva İle Adem’e” sözlerden dolayı birinin çıkıp bu sözlerin Adem ile Havva’ya karşı hakaret içerdiğini dillendirip belli bir kesime duyurması sonucunda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan‘ın da bir Cuma günü gitmiş olduğu bir camide yapmış olduğu konuşması üslup tarzı Sezen Aksu’yu tehdit etmesi hayret verici ve oldukça üzücü bir durumun olması yanı sıra beni en çok üzen, sarsan sorumluluk makamındaki kişilerin uzlaştırıcı, birleştirici, bu tip sıkıntıları ortadan kaldırıcı bir üslupla hareket etmeleri gerekirken tam zıddına davranış sergilemesi anlaşılır ve kabul edilebilir değildir. Cami de o sözlerin söylenmesi caminin kutsiyetine de büyük bir saygısızlıktır. Cami kelime anlamı olarak birleştiren demektir, toplayan bir araya getiren cem eden demektir. Camileri bir ayrıştırma vasıtası olarak kullanırsanız camilerin bu özelliğine gölge düşürmüş olursunuz. Kendi inancınıza da zarar vermiş olursunuz…
“Cahil” kelimesine gelince de TDK ya baktığınızda anlam olarak ortadadır: “Eğitim ve öğrenim görmemiş, belli bir konuda yeterli bilgisi olmayan kimse” anlamındadır. Hakaret içeren bir kelime değildir çok açık ve net hatta Anadolu da cahil kelimesi yer yer toy ve genç manasında da kullanılmaktadır. Dolayısıyla şarkı sözlerinden, şiirlerden herkes kendince bir şeyler anlayabilir yorumlayabilir. Nitekim Sanat’ta oradadır herkesin kendince bir yorum çıkarabilmesidir herkesin duygularına bir şekilde hitap edebilmesidir. Bir şiirin, bir şarkının, bir türkünün böyle bir özelliği olacak ki sanatsal bir değeri olsun. Ama gel gör ki; cahil cahilce anlar arif arifçe...
Sezen Aksu; bu toplumun kalbi, hasreti, vuslatıdır. Aşktır, kederdir, hüzündür, bütün farklılıkları bünyesinde eritebilmiş, bütün aykırılıkları ve aykırıları kendi şarkılarında dile getirebilmiş bu toprakların yetiştirebildiği ozanlardan birisidir.
Sezen Aksu kendisine karşı başlatılmış bu linç kampanyasında sanatçı kimliğine yakışır bir biçimde yapılabilecek en güzel eylemi yapmıştır. Duygularını o kadar içten o kadar samimi bir şekilde sözlerine aktarmış ki: “Sen beni sezemezsin, Dilimi ezemezsin, Nereye baksam acı, Kim yolcu kim hancı, Dur bakalım… Beni öldüremezsin, Sesim, sazım, sözüm var benim, Ben derken ben herkesim” derken aslında hepimiz adına bir cevap vermiştir.
Kendimden bilirim ki hepimiz bu ayrıştırıcı bu tehdit edici söylemlerden usanmış bıkmış durumdayız insanlar yoksullukla, işsizlikle mücadele ederken yaşamını idame ettirebilme savaşı verirken bu gibi konular gündemi değiştirme çabasından başka bir şey değildir.
Sözün özü güzel günlerin geleceğini umut etmektir her zaman payımıza düşen…