Stefan Zweig’in Bir Çöküşün Öyküsü adlı öykü kitabını okuduğumda yazının omurgası şekillenmeye başladı. Kitap XV. Louis döneminde Fransız sarayında epey etkili olan Madame de Prie’nın hikayesini anlatıyor. Saray, şatafat, yoksulluk, kibir, entrika.
21. yüzyıl Türkiye’si garip bir dönemden geçiyor. Halk, kavgada boğazı sıkılmış, nefessiz bırakılmış, refleksleri güçsüzleşmiş bir boksör gibi.
Aslına bakarsanız halk seçim zamanlarında boksör, normal dönemlerde kum torbası gibidir. Normal dönemlerde yönetilememenin vermiş olduğu bütün darbeleri alır. Hükmeden yani hükümetler doğru bir yönetim becerisi göster(e)mezse halk doğal bir kum torbasıdır artık. Dayak yemek kaçınılmazdır. Bu tespiti eğitim, adalet ve ekonomi üzerinden örnekleyelim.
Eğitim sistemini yeni hükmeden her iktidar, değiştirmek dönüştürmek ister zira kendinden önceki hükümetlerin bu işi batırdıkları demagojisini yapar. Eğitim sistemini her bakanı döneminde yeni bir modele çevirmek gibi anlamsız değişim arayışına girer. Son 20 yılda her bakanın sistemi değiştirmesi gibi. Bu ülkede eğitim sistemi ile ilgili öğrendiğimiz en önemli şey; sistem iyileşmez ancak değiştirilir, anlayışıdır. Bu da karşı devrim anlayışının ürünüdür ki intikam düşüncesi henüz soğumuş sayılmaz.
Adalet, saray adlı binalara sığmayacak kadar adil olmak zorundadır. Zira halkı kiradayken sarayda oturan adaletten hak ve hukuk dağıtması beklenemez.
Adalet, gözyaşı gibidir. Rengi, dili, dini, ırkı, mezhebi olmaz, olamaz. Bir siyasi parti veya hükmeden ile kol kola giren adalet, beton blokların arasında ancak ve ancak hükmeder. O binalara girenler hükmedenin rehinesidir artık.
Ekonomi, “gözlerdeki ışıltıdır.”
Gözlerinizdeki ışıltısı kaybolursa hükmedenin, halk kum torbasına döner. Önce en çok tüketilenden- en az tüketilene doğru bir zam furyası başlar.
Temel gıda ürünleri zam. (Ekmek, su, süt, et, yumurta, sebze, meyve) Temel tüketim ürünleri (elektrik, doğalgaz, benzin, motorin vs.)
Halk yoksullaştıktan sonra rakamların bir önemi yoktur. Yoksulluğun azı çoğu yoktur. Yoksul yoksuldur. Aslolan hükmedenin halkın yoksullaşmaması için doğru bir yönetim anlayışı benimsemesidir.
Hükmeden halkı yoksullaştırıp üzerinde bir de tehdit ederse halk, kavgada boğazı sıkılmış, nefessiz bırakılmış, refleksleri güçsüzleşmiş bir boksör gibi olur.
Sonra birbirlerine çeşitli sıfatlarla tanımlayan bir kesim çıkar ve halka der ki; “Bu millete her şey müstahak. Vermeyin kardeşim, niye oy veriyorsunuz.”
Haklı olabilirler mi?
Neden oy veriyor ki halk?
Aslında halkın oy verme süreci; konuşmasına yeni başlayan bir demagogun “sayın, sevgili” diye başladığı dönemde “oy verme”. Konuşmanın ilerleyen bölümünde en hafif tabiriyle “ bunlar ne anlar, bay Kemal, zillet, teröristleri belediyeye almışlar” gibi sonuç bölümünde ise “gönderme” olarak tamamlanabilir.
Sonuç olarak halkın demokrasi anlayışı demagog şirin görününce “oy verme” ve ötekileştirince de “gönderme” şeklindedir. Göndermeyi de kısaca “Bir Çöküş Hikayesi” olarak tanımlayabiliriz.