Bölüm 1
İnsanoğlu kaçınılmaz olarak bir toplum içinde yaşar ve farkında olmadan da bir takım toplumsal kurallar koyar. Bir başka ifade ile toplumların yaşam koşulları genel olarak “görünen” üzerinden şekillenir. Mahalleler, köyler, kentler, mimari yapılar gibi şeylerin yanı sıra kültürel yaşam biçimi de bu şekilde oluşur. Toplumu oluşturan tüm bireylerin bu koşullara uyum sağlaması gerekir. Burada “görünen” sözcüğüne dikkat çekmek gerekir. Çünkü, oluşan her şey görünen üzerinden oluşur, görünen ise sağlıklı insanı esas alır. Oysa toplumların içinde yaşayan bu tanıma uymayan sosyal kesimlerde vardır. Bu kesimlerden biri de engellilerdir.
Körleri de engelliler içinde değerlendirmek gerekir. Ben de öyle yaptım ve ta ilkokul dönemlerinden günümüze değin yapmış olduğum anprik gözlemlerimin bir değerlendirmesini birkaç bölümde yapmayı uygun gördüm. Bu ilk bölümde körlerdeki davranış bozukluklarını elden geldiğince tarafsız bir şekilde irdelemeğe çalışacağım. Dünyaya gelen bebek, ilk eğitimini doğal olarak ailesinden, aile içinde de en çok temasta bulunduğu annesinden alır ve daha sonra ailenin diğer bireyleri gelir. Ardından, ailenin yakın çevresi ve okul eğitimi başlar. Kişilik oluşumu daha bebeklik döneminde başlar ve uzun yıllar sürer.
Yaşama ilişkin deneyimlerin edinilmesi nerede ise buluğ çağına kadar sürer. Hiç kuşkusuz kişiliğin ve davranış kalıplarının oluşmasında beş duyu organından biri olan gözün önemi yatsınamaz. Göz, başta aile bireyleri olmak üzere çevrenin tanınmasında, çevreden gelen mesajların algılanmasında, çevreye mesaj verilmesinde önemli bir organdır. Çocuk, daha ayakları yer tutmadan Anne ve yakın çevresinin mimiklerini, bakışlarını, jestlerini, kısacası davranışlarını taklit etmeye başlar. Böylece beben dilini kullanmayı öğrenir. Oysa görmeyen bir bebeğin annesinin ve yakın çevresinin mimiklerini, jestlerini, bakışlarını ve benzeri davranışlarını öğrenerek taklit etme şansı ne yazık ki yoktur.
Görmeyen bir bebek annesini ve yakın çevresini konuşmalarından, ayak seslerinden, kokularından algılar. Gözün işlevini, işitme, koku alma ve dokunma duyuları alır. Görme özürlü bir bebek, Annesi ve yakın çevresini algılamadığı zaman bebek olduğu yere mıhlanmış gibi hiç kımıldamaz donuklaşır ve tıpkı akranları gibi tepkisini ağlama yoluyla gösterir. Çoğu zamanda içe kapalı bir davranış sergiler, çevresindeki olup bitenlere tepkisiz ve duyarsız kalır. Annesinin veya kendisiyle ilgilenen bir yakınının sesini duyduğunda durum değişir. Çıkardığı birtakım sesler ve çırpınışlarla kendisiyle ilgilenilmesini bekler, anne ile bebek arasındaki tek iletişim aracı nerede ise yalnızca sestir, diğer koku, ayak sesleri bir iletişim araçları sonradan gelir. Emekleme çağına gelen görme özürlü bebeklerde hareket oldukça sınırlı, akranlarına göre ebeveyn veya abla, ağabey, büyük anne, büyükbaba gibi yakın çevreye bağımlılık daha yüksektir.
Sorunlar da işte tamda bu nokta da başlar. Aile bireyleri bebeğin emekleme, yürüme gibi bedensel fonksiyonların gelişmesine istemeye-istemeye de olsa engel olurlar. Bu engelleme görme özürlü bir bebeğin vücut fonksiyonlarının gelişmesine olumsuz yönde etki yapar. Kimi bebeklerde söz konusu engelleme obezite, zihinsel gelişim gibi vücut ve zihinsel fonksiyonların gelişimini yavaşlatabilir. Oysa başta ebeveynler olmak üzere aile bireyleri bebeğin hem bedensel hem de zihinsel gelişimlerine olumlu yönde katkıda bulunabilirler. Yapmaları gereken birkaç şey vardır. Yukarıda da işaret edildiği üzere görme özürlü bebekler sese oldukça duyarlıdır. El çırpma, konuşma, çeşitli hayvan taklitleri yapma gibi davranışlarla bebeğin ilgisi çekilir ve bebek sese doğru hareket etme yollarını kendince aramaya başlar.
Burada Motivasyon çok önemli bir yer tutar. Bebekleri ayrım yapmaksızın motive etmenin yolu engelli ya da sağlıklı olup olmadığına bakılmaksızın doğru araçların seçilmesinden geçer. Örneğin görme özürlü bebekler seslere duyarlı oldukları için sese dayalı oyuncaklar tercih edilmelidir. Seslere doğru emekleyen ya da yürüyen bebeklerde motivasyon oldukça önemlidir. Tüm bebeklerde olduğu gibi görme özürlü bebeklerde de dokunma, duvara ya da bir başka yere vurma gibi davranış kalıpları gözlemlenebilir. Bu noktada dokunmaması gereken kalorifer boruları, radyatör, soba gibi yakıcı şeylere karşı dokunma arzusu uyandığından bu ve benzeri şeylere bir defa dokunması durumunda elinin veya vücudunun herhangi bir yerinin yanması durumunda bebek ikinci defa buralara dokunmayacaktır. İşte tamda bu noktada hem korku hem de motive olma kavramları devreye girer. Bu davranış kalıpları ayrım yapılmaksızın tüm bebekler için geçerlidir.
Yazımızın devamı bundan sonraki sayıdadır.