Bugün var olan halkların bir kısmının, atalarının tarihte kurdukları, kolları üç kıtaya uzanmış çok uluslu, çok dinli, çok dilli, üç asır, beş asır yaşamış devletleri var mıydı? Vardı.
İlk insanlığın, yazının, üç dinin, yeşerdiği topraklarda egemen olmuş, çok farklı değerleri harmanlayabilmiş, yıkıntılarından doğmuş, günümüzde yaşayan ulus devletler var mıdır? Vardır.
Bizim tarihi geçmişimizde de üç kıtada egemenlik sürdürmüş, kendine özgü değerler ve uygarlıklar yaratmış devletler var mıydı? Vardı. Biz de onların halefi olan bir ulus devlet miyiz? Evet, öyleyiz.
Biz, bu devletlerden kalan uygarlıkların, kalıntıların, zengin bir kültürel mirasın sahibi ve emanetçisi olarak mevcudiyetimizi sürdürüyor muyuz? Sürdürüyoruz.
Kurulduğu anın çağdaş değerlerini yakalamış, mazlum uluslara örnek olmuş, emperyalizme karşı Bağımsızlık Savaşı vererek kurulmuş bir Cumhuriyet’imiz var mı? Var..
Bugün de bize özgü kültürel değerlerimiz, iki kıtada, atadan emanet topraklarımız, üçüncü bir kıta ile ortak sularımız var mı? Var.
Her coğrafi bölgemizin, farklı zenginlikleri, değişik uygarlıklardan kalma ayak izleri, farklı kültürel değerleri var mı? Var.
Üç kıtada var olan doğal kaynakların hemen hemen hepsinden ülkemizde de var mı? Var.
Topraklarımız verimli mi? Verimli. İklim uygun mu? Uygun. Doğal kaynaklar yeterli mi? Yeterli.
En önemlisi, yeterli beyin gücümüz ve yetişmiş insan kaynaklarımız var mı? Var.
O halde niçin bu durumdayız? Neden halâ az gelişmiş (gelişmekte olan) ülkeler sınıfındayız?
Çağımızın en büyük hamlesi olan sanayi devrimini neden kaçırdık? Bilişim devrimine neden yeterli katkıyı sunamıyor, entegre olamıyoruz?
Bu kültürel değerlerden uzaklaşma, bu uygarlık kaçkınlığı, bu geri kalmışlık, bu ilkellik neden?
Bu sanat, edebiyat, bilim düşmanlığı niçin?
İnsan haklarından, özgürlüklerden, barıştan, kardeşlikten kaçışın sebebi ne?
Bu yokluk, bu yoksulluk, bu açlık, bu sefalet, neyin nesi?
Bu ekonomik darboğaz, bu değersizleşmiş Lira, bu kadar borç niye?
Bu ithalata bağımlı yetersiz ihracat, dış ticaret açığı, sanayideki bu bağımlılık neyin nesi?
Bu uluslararası yalnızlık, bu etkisizlik niçin?
Bu otoriterlik, bu anlayışsızlık, bu hoşgörüsüzlük neden?
Bu renksizlik, bu sığlık, bu kabadayılık, bu kabalık neyin nesi?
Niçin sürekli dış dünyada birilerinin ayağına gitmek zorunda kalıyoruz?
Niçin oyun kurucu değiliz? Niçin sürekli başkalarının kurallarıyla oynamak zorunda kalıyoruz?
Demokratik, lâik, sosyal hukuk devleti olma konularında, var olan eksikliklerimizin giderilememesinin sebebi nedir?
Niçin uluslararası ilişkilerde ağırlığımız hissedilmiyor?
Yoksa bir kısım yöneticilerimizin hafifliği, ülkemizin de hafifllemesine mi neden oluyor?
Bir kısım yetkililerin körlüğü, bizi de mi kör ediyor? Onların sağırlıkları, bizleri de mi sağır ediyor?
Birilerinin açgözlülüğü, doyumsuzluğundan mıdır ki açlığa yoksulluğa mahkum oluyoruz?
Üzülüyorum. Sıkılıyorum. Bunalıyorum. Bunca yaşadığımız olumsuzlukları hak etmiyoruz.
Biz, Birleşmiş Milletler’e müracaat etmeden, davet usulü ile katılmış tek devlet değil miyiz? Şimdilerde neden Avrupa Birliği’nin kapısında bekletiliyoruz?
Biz, şanlı bir tarihin mirasçıları ve emanetçileri olarak, emperyalizme karşı, Bağımsızlık Savaşı veren ilk devletlerden biri değil miyiz?
Kadın hakları, çocuk hakları konularında pek çok Avrupa ülkesinden önce davranmış ve bu konularda çok yol almamış mıydık? Şimdi neden başa döndük?
Özgün bir model olan ve UNESCO’nun, kalkınmakta olan ülkelere örnek model olarak gösterdiği Köy Enstitüleri’ni kuranlar, bizler değil miyiz?
1930 larda yüzde yüz yerli, kendi uçağını yapabilen ve dış ülkelere pazarlayan, 1960 larda yüzde yüz yerli otomobilini yapabilen ülke, bizim ülkemiz değil mi?
Biz, bütün baskılara rağmen 2. Dünya Savaşı’nın dışında kalmayı başarabilen, Stalin’in taleplerine, Hitler’in isteklerine, Curchill’in baskılarına karşı durabilen ülke değil miyiz?
Bütün yeteneklilerimizi, bütün aydınlık beyinlerimizi, bütün meraklılarımızı ne zamana kadar ihraç etmeye devam edeceğiz?
Ne zamana kadar, her muhalife; terörist, vatan haini gibi çeşitli yaftalar yapıştırıp, ötekileştireceğiz?
Neden birbirimizi sevemiyoruz? Niçin birbirimizi anlayamıyor, hoş göremiyoruz? Neden gülemiyoruz? Niçin suratımız devamlı asık? Neden sürekli gerginiz?
Neden yabancı topraklarda, bizim olmayan savaşlarda, çatışmalarda gençlerimizi şehit veriyoruz?
Değerlerimizi, geçmişimizi, kim olduğumuzu unuttuğumuzdan mı?
Bu toprakların geçmişinde yetişmiş; “Thales’i, Anaksimandros’u, Aristoteles’’i, Mete’yi, Cengiz’i, Farabi’yi, İbn-i Rüşt’ü” hatta Fatih’i, Sinan’ı, M. Kemal’i, daha sayılabilecek yüzlerce düşünür, bilim insanı ve devlet adamına yeterince sahip çıkamadığımızdan mı?
Etiler’i, Sümerler’i, Frigyalılar’ı, Lidyalılar’ı, İyonlular’ı, Urartular’ı, Luviler’i bu topraklarda yeşermiş daha pek çok uygarlığı yabancı saydığımızdan mı?
Yoksa, Aydınlanma Devrimi’ni hak etmediğimizden mi?
Yoksa, birilerinin bir bütün olarak, laik, demokratik, sosyal hukuk devleti olarak kurulan, çağdaş Türkiye Cumhuriyeti ile sorunları olduğundan mı?
Eğer öyleyse, daha ne bekliyoruz? Bu gidişe dur demek şart oldu!
Haydi, kalk! Bir çivi de sen çak! Geç kalıyorsun!