Bir kimlik oluşturma sürecinde atılacak en önemli adım Steve Biko’nun deyişiyle “siyah bilincini” oluşturmaktı. Bu bilinci oluşturabilmek için bazı temel konularda faaliyet yürütülmesi gerekiyordu.
Öz bilinç- öz güven, kültür ve inanç alanlarında siyahların bilinçlendirilmesi için çaba sarf etmek gerekiyordu.
Öz bilincin- öz güven oluşması için iki temel nokta vardı.
Birincisi; siyahlara destek veren beyaz Liberal ve Marksistlerin beyaz ırkın tüm imkanlarından faydalandıktan sonra siyahlara akıl hocalığı yapmaktan vazgeçip kendi beyaz ırkçılıkları ile mücadele etmesiydi.
Steve Biko şöyle açıklıyor: Beyazlık halleri ve beyazlık imtiyazları ideolojiler ve siyaset üstüydü. Beyaz liberaller ve Marksistler, gerçek birer liberal ve Marksist olamıyorlardı, çünkü liberallikten ve Marksistlikten önce gelen, onları belirleyen beyazlıklarıyla ciddi bir hesaplaşmaya giremiyorlar, hatta çeşitli savunma mekanizmalarıyla bu durumun farkına bile varamıyorlardı. Irkçılığı kendi benliklerinin dışında var olan, kendilerini etkileyemeyen, ırkçı beyazlara özgü bir önyargılar bütünü olarak görmeleri; ırkçılığın kendilerini de her açıdan imtiyazlı klan bütün siyahları aşağıda tutan bir sistem olduğunu görmemeleri ve kabul etmemeleri sorunun temeliydi. Çünkü imtiyazlarından vazgeçmiyorlar, kendilerine tanınan bütün hakları kullanıyorlardı.1
İkincisi; siyahların kendine dönmesi yani kendi içinde örgütlenmesi ve öz bilincin oluşması için tüm siyahların birlikte mücadele etmesiydi. Biko siyahları eleştirirken bu duruma değinmiştir. Biko; “ netice de siyah adam bir kabuk, bir insan silüeti haline geldi; bozguna uğramış, kendi sefaletinde boğulan biri; bir köle, zulmün boyunduruğunu koyunsu bir ürkeklikle taşıyan bir öküz.” Biko’ya göre ; aparthid’in yıkılması ve eşitlikçi bir toplum kurulması için ilk önce şahsiyetini kaybetmiş siyah insanının ayağa kalkması, öz saygısını ve onurunu kazanması, tarihiyle, kültürüyle, vücuduyla gurur duymaya, kendini sevmeye başlaması gerekmektedir.2
Yıllardır sömürge altında olan siyahların kendilerine güvenleri kalmamıştı. Özgüvenlerinin gelişmesi için siyahların ırkların eşitliğine inanması ve bu doğrultuda mücadele edecek inanç, teori ve pratiğe vakıf olmaları sağlanmalıydı. Eğer ki siyah adam bu inanç ve pratiğe kavuşursa siyah bilinç için sağlam bir taban oluşturulacak ve ırkların eşitliği için gerekli adımlardan biri atılmış olacaktı.
Biko siyah bilincin oluşturabilmesinde kültürün de önemli bir yer tuttuğunu belirtmiştir. Afrika yarımadasında beyaz ırk kültürünün sürekli ön plana çıkarıldığı siyah kültürünün aşağılandığı ve bu sebepten dolayı siyahların köklerinden koparak beyaz ırka ait kültürü sahiplenmesini gurur verici olduğunu anlatır. Biko Afrikalı çocukların okullarda kendi mirasından nefret etmesinin şaşırtıcı olmadığını, ona yansıtılan imajın öylesine olumsuz olması sebebiyle çocukların beyaz ırk ile sıkı bir özdeşleşmeye meylettiğini söylemiştir.
Biko bu durumu ters yüz etmenin yolunun eskiye dönmek olduğunu belirtmiştir. Geçmişinden koparılan siyahlara, geçmişlerinin utanılacak bir yanı olmadığını ve geçmişiyle gurur duymalarının sağlanması gerektiğini, nitekim Hindistan’da Gandi’nin şahsıyla böyle bir geçmiş yaratıldığını, Afrika kıtasında başarıldığı taktirde siyah bilinç için önemli bir adım atılacağını söylemiştir.
Yine Hristiyan misyonerlerin siyahlarla ilk temas kuran insanlar olduğunu, siyahları medenileştirme ve eğitmenin öncü birliği, siyahların dini inançlarına yönelerek kendi inançlarından koparma çabasına girdiklerini anlatan Biko, bu durumu şöyle açıklamıştır; Hristiyan misyonerler Afrika Kıtasına gelmeden önce siyah halkın İncil’de kendine dair herhangi bir mesaj bulmadığını ancak Hristiyan misyonerlerin sürekli suçu insanda arayan söylemlerinin siyah halk üzerinde etkili olduğunu belirterek, siyahların “benim hatamı” kabul ederek, “senin hatan” diyen beyaz ırk ile kaynaşarak kendi ilahi benliklerinden uzaklaştığını belirtmiştir. Bu uzaklaşmanın nasıl ortadan kaldırılacağına dair Biko; İncil’in mesajlarının yeniden siyah bilinci çerçevesinde tanımlanması gerektiğini belirterek, İncil’in bütün iktidarları ilahi vaaz eden bir kitap olmadığını, aksine birisinin kendisini ezilmeye bırakmasının günah sayılacağının siyah halka anlatılması gerektiğini vurgulamıştır.
Biko, dinin siyahların gündelik yaşamında ki yerinden bahsederken; dinin siyahların gündelik yaşamlarında açık bir halde olduğunu, bira içmeden, evlenmeden, çalışmadan evvel atalarının vasıtasıyla tanrıya minnet ettiklerini, ibadet için özel durumlar yaratmayı yapay bulduklarını, ibadetin belli bir yerde tapınakta yapılmasının anlamsız olduğunu çünkü, tanrının her an her yerde kendileriyle iletişim halinde olduğunu belirtmiştir.
Steve Biko, “Siyah olmak, insanın derisinin rengi ile ilgili bir şey değildir, siyah olmak zihinsel bir yaklaşımın yansımasıdır. Sadece kendinizi siyah olarak tanımlamakla kurtuluş yoluna girmiş olursunuz; siyahlığınızı itaatkar bir varlık olduğunuzu gösteren damgalama olarak kullanmaya çalışan bütün güçlere karşı, kavgaya kendinizi adamış olursunuz.” diyordu. Dolayısıyla Afrika kültüründe çok önemli bir yere sahip olan saul müziğinin meydan okuyan ritmiyle ve yüksek sesle “ben siyahım ve bununla gurur duyuyorum demek ve Afrika devrimine katılmak için şarkılar yazmanın yetmeyeceğini devrimi insanlarla birlikte tasarlamak zorunda olduğunu, bunu yaptığında şarkı yazmaya gerek kalmayacağını çünkü; şarkıların kendiliğinden oluşacağını ve devrime gidileceğini belirtmiştir.
Sonuç olarak yıllardır sömürge altında olan siyah halkın öz bilinç ve saygısını tekrardan kazanması, kültürel kodları hakkında siyahların için de farkındalık yaratılması, İncil’in siyah bilinci doğrultusunda yeniden yorumlanması gibi tüm mücadele programlarının siyah halkını, ırkların eşitliğine götürecek başlıca yol olduğunu söylemek mümkündür.
Türkiye’nin siyahları var mı? Varsa kimlerdir? bu sorunun cevabı okuyucuda…