İnsan denen varlık çok karmaşık duygusal ve bilişsel süreçlerden geçerek sosyalleşiyor. Toplumun içinde, topluma benzemekle, kendine özgü bağımsız bir kişilik oluşturmak arasında bocalaması kaçınılmaz oluyor. Anne karnının son derecede güvenli ortamından dünyanın ışığını görme pahasına birtakım dehlizlerden zorlukla, fiziksel acılar çekerek çıkan minik bebeğin, açlığını giderme, korunma duygusunu karşılama gibi yaşamsal ve egoist içgüdüleri ona bir hayatta kalma avansı veriyor. Ancak başkalarını düşünme, kendisini onun yerine koyma gibi daha olgun duygusal olgunluk gelişimi biraz daha ileri yaşları bekliyor.
Düş kırıklıkları ve umutların sarmal olduğu büyüme çağında bebek-çocuk-genç yetişkinlik dönemine ulaşıncaya kadar hep ikilemler içinde yaşamak zorunda kalıyor. Ne gariptir ki, bu çatışmalı yaşam deneyiminden kimi zaman son derecede insancıl, ince düşünceli ve sanata-edebiyata yatkın bir kişilik çıkabileceği gibi, huzursuzluğun ve tedirginliğin, kötü deneyimlerin katılaştırdığı yüreklere ve dünyayı kaba bir al-ver ilişkisiyle gören insanlara yol veren gelişmeler ortaya çıkabiliyor.
Bebeklerine anne karnındayken bile sakin ve huzur verici müzik parçaları dinleten anne-babalara hayranlık duymuşumdur hep. Çünkü daha anne karnındayken bile, dış dünyanın olumlu ya da olumsuz uyaranlarından etkileniyoruz.
Ebeveynlerinin sanat ve edebiyatla yakından ilgilendiği ya da uğraştığı çocukların dünyasının zenginliğini ve onların insancıllaşma sürecinde kendilerini geliştirme şanslarını vurgulamakta yarar var. Ailedeki sanat ve edebiyat açılımlı ortamların daha sonra okullarda pekiştirilmesi, çocukların ve gençlerin yetişkinlik çağlarında edebiyat, kültür ve sanata sıcak bir yaklaşım göstermelerinin, belki de bizzat bu alanlardan birisinde kendilerini üreten kişiler olarak görmelerinin kapılarını açıyor.
Mülki idare amirliği mesleğimin başında tanık olduğum bir olayı hala üzüntüyle anımsarım. Devlet Tiyatroları Oyuncusu olan kız kardeşim İstanbul Devlet Tiyatrolarında görev yaparken, Anadolu’da bir ile turneye gelirler. Ben de yakın bir yerde olduğum için oyunu izlemeye davet edilmiştim. Oyun bitiminde, oyuncular, yönetmen, teknik ekip geleneksel olarak bir restoranda yemeğe oturmuştu. Ben de konuktum. Tiyatro Turne Ekibiyle yakından ilgilenen İl Kültür Müdürüne, “Vali Beyi de davet etmiştik, acaba kendisi teşrif edecekler mi?” diye soran Tiyatro Turne Ekibi Başkanına Müdür Bey şöyle yanıt vermişti: – Vali Bey, ‘Ben tiyatrocularla nasıl konuşulacağını bilemem, mahcup olurum, onun için gelmeyeyim.’
Çocuklarını, öğrencilerini, müzelere, tiyatrolara, konserlere, sergilere, kitap ve sanat fuarlarına götürmeyen ebeveynlere ve öğretmenlere bir çift sözüm var:
“Gelecek kuşakların insancıllıkları, iyi insan olmaları, kendilerine, doğaya ve başka insanlara zarar vermek bir yana, yararlı çalışmalar yapan kişiler olarak yetişmeleri ancak edebiyat, kültür ve sanat ile yoğrulmalarına bağlıdır… Yoksa onları çoktan kaybetmişsiniz demektir…”