Aylardan mayıs, günlerin önemi yok.
Gülbeyaz doğarken ay, ıhlamur kokuları seni getirir.
Mayıs Babil ve Suryani dilinde ayru, Rumi dilde mayis, Latincede maius şeklinde kullanılır. Maius ise bitkileri büyüten ay anlamındadır.
Mayıs ayında vefat eden; ruhlarımızı besleyen, zenginleştiren, bizlere farkındalıklar yaratan incilerimizi rahmetle anıyoruz. Işıklar içerisinde uyusunlar.
Oruç Aruoba, Şair,2020
Celil Oker, Yazar,2019
Ahmet Tufan Şentürk, Şair , 2005
Hasım Nezihi Okay, Şair,1998
Rauf Mutluay, Yazar, 1995
Turhan Oğuzbaş, Şair, 1997
Semih Tuğrul, Yazar, 1987
Edip Cansever, Şair, 1986
Haldun Taner, Yazar, 1986
Vasıf Öngören, Yazar,1984
Ercüment Behzat Lav, Şair,1984
Necip Fazıl Kısakürek, Şair, Yazar, 1983
Nizamettin Tepedelenlioğlu, Yazar, 1970
Abdülhak Şinasi Hisar, Şair, 1963
Nurullah Ataç, Yazar, 1957
Sait Faik Abasıyanık, Yazar, 1954
Memduh Şevket Esendal, Yazar, 1952
Hamamizade İhsan, Şair, Yazar, 1948
Kenan Hulusi Koray, Yazar,
Ahmet Ağaoğlu, Yazar, 1939
Hikmet Müftüoğlu, Yazar, 1929
Tahsin Nihat, Şair, Yazar, 1919
Şair Eşref, Şair, 1912
Ahmet Cevdet paşa, Yazar, 1922
Ziya paşa, Şair, 1880
Ali Suavi, Yazar, 1878
SİNEMA: Eşref Kolçak, Oya Aydoğan, Perihan Benli, Cüneyt Türel, Yaman Tarcan, Leyla Gencer, Atıf Yılmaz, Melahat Pars, Ömer Kavur, Önder Somer, Belkıs Dilligil, Hikmet Karagöz, Necdet Tosun
TİYATRO: Payidar Tüfekçioğlu, Zeki Alasya, Orhan Boran, Mübeccel Vardar, Ulvi Uras, Avni Dilligil
MÜZİK: İbrahim Erkal, Gültekin Çeki, Behiye Aksoy, Talip Özkan, Yıldıray Çınar, Çetin Alp, Mahsuni Şerif, Sevim Tanürek, Esin Engin, Tanju Okan, Uzay Heparı, Sabite Tur Gülerman, Çiğdem Talu
RESİM: Orhan Peker, Refik Epikman, İbrahim Çallı, Zeki Kocamemi, Şevket Dağ,
GAZETECİ: Turan Yavuz, Mustafa Ekmekçi, Altan Erbulak, Elif Naci, Hasan Tahsin.
EDİP CANSEVER (YERÇEKİMLİ KARANFİL / GÜL DÖNÜYOR AVCUMDA)
Yazar, Şair, OTELLER ŞAİRİ.
Şiir dünyasına GARİP AKIMI (yaşama sevinci temalı şiirleriyle) sonra da İKİNCİ YENİ (modern insanın bunalımlarını, endişelerini, sorgulamaları) ile devam eder. Yer yer toplum sorunlarını da irdeler şiirlerinde.
MASA DA MASAYMIŞ HA
Adam yaşama sevinci içinde
Masaya anahtarlarını koydu.
Bakır kaseye çiçeklerini koydu.
Sütünü yumurtasını koydu.
Pencereden gelen ışığı koydu…
…
Masa da masaymış ha,
Bana mısın demedi bu kadar yüke
Bir iki sallandı durdu
Adam ha babam koyuyordu.
Bu şiir insanın hayatını, isteklerini, sorunlarını; soyut somut unsurlarla bir objeye (masaya) yükleyerek tablo gibi gözler önüne serer. Hayatı bütün olgularıyla bir nesneye odaklar ki bu nesnenin gücünü yani insanı takdir eder şiirinde (masanın sallanması ama yıkılmaması)
“Edip Cansever, Turgut Uyar gibi çok sesli şiirin yaratıcısı oldu. Uzun soluklu şiirlere eğilim duydu. Gereksiz görülen bir sürü çizgi içinden en güzel deseni çıkarıveren bir ressam gibi yöneldi şiirsel güzelliklere…” Mehmet Fuat
“Şiirlerime yerleşen her sözcük ancak sıkıntıya bulandıktan sonra eyleme geçebiliyor.” Edip Cansever
1980’den sonra her perşembe günü sanatçı dostlarıyla Çiçek Pasajı’nda Nevizade’de Krepen Pasajı’ndaki sanat sohbetleri yani Ölmeme Günleri bile ömürlerini uzatamaz. 1985’te Turgut Uyar, 1986’da Edip Cansever, 1990’da da Cemal Süreya vefat eder.
Ölmeme Günleri nedir derseniz, İkinci Yeni Akımı’nın bilinmesi gerekli ritüelidir derim.
26 Mart günü E. Cansever, Turgut Uyar, C. Süreya ve Tomris Uyar meyhanede yine sanat üzerine sohbettedirler. Söz ölüme gelince Turgut Uyar meyhaneciden bir şişe rakı ister ve bu şişeyi gelecek sene bugüne kadar saklıyoruz, gelecek yıl 26 Mart’ta beraber burada bu rakıyı içeceğiz der ve 26 Mart’ı Ölmeme Günü ilan eder. Bu gelenek 1985’e Turgut Uyar’ın ölümüne kadar devam eder.
Çok erken yaşlarda Mefharet Hanım ile evlenen E. Cansever, iyi bir aile babasıdır. Mefharet Hanım da hem güzel hem asildir. İyi bir eştir. E. Cansever, evliliği ve eşi için “Biz beraber büyüdük, belki de bir sardunya büyüttü bizi .“ der.
Bir de Tomris’e duyduğu hayranlık, platonik aşkıyla bilinir ki Edebiyat Tarihçisi Sıddık Akbayır “ Tomris ile Turgut” kitabında bu iki sanatçı arasında ince bir dostluk olduğunu savunur ve Tomris’in E. Cansever’le asla sevgili olmadıklarının altını çizer.
Ne olursa olsun bu güzel dostluğu taçlandıran olay ise Edip Cansever’in, Tomris’in her doğum gününde (15 Mart) ona mutlaka şiir yazmasıdır.
Ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç,
Yağmur altında gördüm, Kadeh tutarken gördüm de…
Ve yaraşırsa ancak Monet’in kadınlarına yaraşan giysilerinle gördüm de,
Ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim hiç.
Tomris Uyar da Edip için şunları söyler:
“Sevgililik ya da aşk duygusu zamanla yaralanabiliyor, örselenebiliyor; bitmeyen tek aşkın, gerçek ve lirik bir dostluk olduğunu Edip öğretti bana.”
Mahşerin Dört Atlısı gibi İkinci Yeni’nin bu dörtlüsü zaman zaman tartışsa da İstanbul’un bütün meyhaneleri tanıktır onların dostluklarına. Bu dostluktur ki İkinci Yeni’yi besler, şekillendirir ve olgunlaştırır.
C. Süreya’ya “İçki içmesini ben öğrettim” der Edip Cansever; C. Süreya da “Edip’e şiir yazmayı ben öğrettim” der; Turgut Uyar da “bu ikisi tartışırken ben de gittim Tomris ile evlendim” der.
Adını Funda Oteli koy /Sevdamızın da adını /Ayakları dibinde gün batımının /Ve ağzında binlerce güneşin tadı / Dilimin ucunda yalnızca kendi adın.
NECİP FAZIL KISAKÜREK ( ÇİLE/ KALDIRIMLAR/ REİS BEY)
Üstad, Sultanu’ş Şuara, Kaldırımlar Şairi
N. Fazıl, okul yıllarında çok popüler biridir. Okulda bir kıza aşık olur. Kız hep aklındadır. En sonunda bir şiir yazarak kıza açılmaya karar verir. Şiiri kıza verir…
Ne hasta bekler sabahı,
Ne taze ölüyü mezar.
Ne şeytan bir günahı,
Seni beklediğim kadar…
Kız şiiri okur ve alaycı bir tavırla gülümseyerek arkasına bakmadan gider. Yıllar geçer bir konferansta kız Necip Fazıl’ı görür yanına gider kendini tanıtır ama N. Fazıl onu hatırlamaz. Kadın da şiiri üstada gösterince Necip Fazıl onu hatırlayarak şiiri şu dizelerle tamamlar.
Geçti istemem gelmeni,
Yokluğunda buldum seni;
Bırak vehminde gölgeni,
Gelme, artık neye yarar.
Necip Fazıl’ın düşünce ufkunu açan, ona farkındalıklar kazandıran olay ; Sorbonne Üniversitesi’nde sezgici ve mistik filozof Henri Bergson ile tanışması ve 1934’te Nakşi şeyhi Abdülhakim Arvasi ile karşilaşmasıdır. Paris’teki bohem yaşamı, içki ve kumar tutkunluğu Şeyh ile tanışmasından sonra yerini tasavvufa, mistisizme bırakır.
“Tam otuz yıl saatim işlemiş ben durmuşum,
Gökyüzünden habersiz, uçurtma uçurmuşum”
dizeleri Şeyh ile başlayan yaşam felsefesinin başlangıç noktası sayar.
Nazım Hikmet ile aynı okuldadır. Edebiyat öğretmenleri Yahya Kemal, Hamdullah Suphi Tanrıöver, Ahmet Hamdi Akseki’nin donanımlarıyla yoğrulan Necip Fazıl ve Nazım Hikmet birbirlerine hep rakip olmuşlar ve kıskanmışlardır. Bu rekabet, kıskançlık onlara ivme kazandırıp her ikisini de kendi çizgilerinde en iyi olma yolunda usta birer şair yapmıştır.
Necip Fazıl, bir röportajı sırasında Nazım Hikmet hakkında atıp tutan bir kişiye sinirlenir ve “Yahu sen ne diyorsun; ben sağcıymışım da Nazım solcuymuş da, biz birbirimizin düşmanıymışız da, yok daha neler neler…Ulan hıyar, biz Nazım ile bütün gün siyaset tartışır akşam olunca da Beyoğlu’na çıkar, kız tavlardık; ne diyorsun sen be!” diye çıkışır.
Gönlüm uçmak dilerken semavi ülkelere
Ayağım takılıyor yerdeki göklere
HAMAMİZADE MEHMED İHSAN (HAMSİNAME)
Divan şairi, gazeteci, eğitimci, araştırmacı
Divan Edebiyatı’nın eski harflerle basılan son divanına sahip olduğu için SON DİVAN ŞAİRİ ünvanını alır.
Trabzonlu olan şairin Karadeniz yöresine ait olan araştırmalarıyla halkbilimi araştırmacısı olarak Trabzon kültürü ve folklorik değerleri üzerine ciddi-mizahi bir monografi örneği HAMSİNAME isimli eseri dünyada tektir.
Hamsiname’de; hamsinin anatomisinden avcılığına, nakliyatından kurutulmasına, hamsiyi konu alan müziklerden halk oyunlarına, yemeklerine, hamsi gübresinin imaline, zamanın önde gelen balıkçılarına ve hamsi şiirlerine kadar ne ararsan bulunur.
Trabzon’da fakirlik çağı,
Neyleyim şekeri neyleyim yağı,
Küplere girmeye amade hamsi,
Hamdolsun ki gördük gümüş yüzünü.
ŞAİR EŞREF (DECCAL/ŞAH VE PADİŞAH/ ŞAİR EŞREF KÜLLİYATI)
Şair ve kaymakam…
Türk edebiyatının hiciv ustası.
Bir soğan soyuluyor,
Yaşarıyor da gözler.
Bir memleket soyuluyor da
Aldırmıyor öküzler…
Her türlü siyasi ve toplumsal baskıya başkaldırır. Devleti kötü yöneten halkı sömüren iktidarı ve kurumları hicveden pervasız bir şairimizdir…
Hapse girmeyi, sürgün gönderilmeyi onur sayar. Nefi’nin izinden giden Şair Eşref, Neyzen Tevfik’in hocasıdır ama dili N.Tevfik’ten daha sivridir, daha küfürlüdür.
Nazır paşam halk derler bir uyuz merkebe binmiş
Yemiş yemiş doymamış, külli sülalesine ikram etmiş,
Ye sen de bu ahir viranenin izzet-i ikramını arsızca,
Çal, çırp, s… , üstüne tüttür tütünü pervasızca.
ZİYA PAŞA (EŞ’AR-I ZİYA / ZAFERNAME /HARABAT)
Namık Kemal ve Şinasi ile Tanzimat Edebiyatı’nın üç büyük öncüsünden biri…
Hikmet, fikir ve mesel şairi olarak anılır.
Terkib-i Bent ve Tercih-i Bend’inde birçok beyti atasözü niteliğinde birer vecize olarak dilimize pelesenk olmuş, sohbetlerimize bal katmıştır.
Erbab-ı Kemali çekemez nakıs olanlar,
Rencide olur dide-i huffaş ziyadan
Seyretti hava üzre denir, taht-ı Süleyman
Ol saltanatın yeller eser şimdi yerlerinde.
Bi-baht olanın bağına bir katresi düşmez
Baran yerine dür-ü Güher yağsa semadan.
Kuramsal düşünceleri itibariyle Eski edebiyat (Divan) ile Yeni edebiyat anlayışı arasında gidip gelmiştir. Serbest akıl ile mutlak iman, rindlik ile sosyal sorumluluk, ümit ile ümitsizlik arasında gider gelir. Bunun için tezat/çelişkiler şairidir. Türk edebiyatında dualite (ikilik) simgesidir.
Allah’a sığın sahs-ı halimin gazabından
Zira yumuşak huylu atın çiftesi pektir.
Nush ile yola gelmeyeni etmeli tekdir,
Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir.
Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz
Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde.